Ebeveynliğe Geçiş Ve Değişen Hayatlar

ebeveynlige-gecis-ve-degisen-hayatlar

Hayata yeni bir can kazandırdığınız o gün tüm hayatınızın asla eskisi gibi olmayacağı anı da simgeliyor. Ebeveynlik, hem dünyanın en keyifli hem de en zorlu macerası. Tamam hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ama gelin bu duyguya sarılın, kucaklayın. Çünkü sizi hüzünlendiren bu duygu aynı zamanda çift olarak canlanabileceğiniz bir kaynak…

Annelik, dünyanın en güzel deneyimlerinden biri. Aynı zamanda kaygı ve endişelerin tavan yaptığı bir yolculuk. Üstelik anneliğe geçiş yaparken aynı zamanda çift olarak ebeveynliğe de geçiş yapıyorsunuz. Yani kaygılar ikiye katlanıyor. Bir de üstüne kendi ebeveynlerinizden taşıdığınız korkular, endişeler eklenince çoğu zaman içinden çıkılmaz hal alıyor. Uzman Psikolojik Danışman Feriha Dildar, ebeveynlere çıktıkları yolculukta ışık tutuyor.

“En Baştan Ebeveyn Olma Yolculuğu” adlı kitabında çift olmadan ebeveynliğe geçiş, kaygılarla baş etme, özgüvenli çocuk yetiştirme gibi konularda kılavuz görevi üstleniyor. Baş ucunuzda yer alacak bu kitapla ilgili merak ettiklerimizi Uzm. Psk. Dan. Dildar’a sorduk.

Siz ebeveynliği bir yolculuk olarak görüyorsunuz ve bu yolculukta ebeveynlere ya da ebeveyn adaylarına rehberlik sunuyorsunuz. Biz de sorularımıza yolculuğun en başından başlayalım: Ebeveynlik ne zaman başlar; çocuk sahibi olma fikriyle mi, çocuk sahibi olduktan sonra mı?

Ebeveynlik, her ne kadar doğumla başlıyor gibi gözükse de aslında doğumdan çok önce, bir bebek fikrinin ebeveynin zihnine ilk düştüğü andan itibaren başlar. Çocuklukta oynanan evcilik oyunlarıyla başlayan anne-babalık provaları, bu tohumun ilk atıldığı anlar olur. Yaşamın ilerleyen dönemlerinde, romantik ilişkilerin başlarındaki çocuk sahibi olma hayalleriyle birlikte, bu tohum gelişiyor ve filizleniyor. Çoğu zaman heyecan, sevinç, coşku gibi güzel ve güçlü duygular uyandıran bu fikirle beraber hem doğacak bebeğe hem de nasıl bir ebeveyn olunacağına dair hayaller, istekler ve atıflar hızla şekillenmeye başlıyor. Ebeveynin duygusal ve zihinsel süreçlerindeki bu değişim ve dönüşüm aslında bir tür içsel hazırlık niteliğinde: Çiftler, dokuz aylık süreçte hem ebeveyn olmaya hem de doğacak bebeklerine hazırlanmış oluyor. Hamilelik ve doğum sonrası deneyimleri belirleyen en önemli etkenlerden biri, bu hazırlık sürecinin duygusal olarak nasıl geçtiği.

Pek çok insan, çift olmaktan anne-babalığa geçişte sorunlar yaşayabiliyor. Alışkanlıkların, yaşam tarzının ve benzeri durumların değişmesi, çiftler arasında uyum sorunları yaratabiliyor. Bu konuda çiftlere ne tavsiye edersiniz?

İlk günlerde vakitsizlik ve yorgunluk, hızla çift ilişkisine yönelmeyi zorlaştırabiliyor. Büyük heyecan içindeki anne babalar, bazen “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” hüznüne kapılıyor. Çoğu zaman bu duygu derin bir suçluluk uyandırıyor. Bu durumda kadın ve erkeğin söz konusu duyguyu kabul etmelerini hatta ona özenle sahip çıkmalarını salık veririm. Çünkü bu duygu, kadın-erkek ilişkisini yeniden canlandıracak ve çocukla birlikte yetişkin ihtiyaçlarını yeniden kollamayı ve canlandırmayı sağlayacak kaynak. Çiftin birlikte zaman geçirmesi ve cinselliği yeniden canlandırmak üzere özen ve emek sarf etmesi, çift rolünü yeniden almaları için çok önemli. Bazen taraflardan biri ya da ikisi birlikte ihmal edildikleri hissine kapılabiliyor. Bir diğerinin gözünün bebekten başkasını görmemesine dair izlenimler, ebeveynlere kendini değersiz hissettirebiliyor. Bu noktada unutulmaması gereken, anne babaların, çocuklarına birbirleri üzerinden de sevgi ve ilgi verebilecekleri. Çiftler, anne baba olduklarında uyumlu hareket etmenin ne demek olduğu konusunda bir kafa karışıklığı yaşayabiliyor. Her biri diğerinin tıpatıp kendi zihnindeki ebeveyn gibi davranması beklentisine kapılabiliyor. Ebeveynin bu noktada hatırlaması gereken, içlerinde başka birer anne babayı taşıyarak yetişkin oldukları. O da kendi anne babaları… Başlangıçta, kadın ve erkeğin zıtlıkları, çoğu zaman ilişkiyi canlandıran hatta onları bir araya getiren unsurlar olabiliyor. Bu özellikler anne baba olunduğunda eleştiri odağı ve çatışma kaynağı olmaya başlıyor. Eğer anne ve baba birbirlerinin ebeveynlik süreçlerine saygılı bir kabul geliştirir, müdahaleci olmamayı başarırlarsa gereken uyum kendiliğinden sağlanıyor.

Kitabınızda belirttiğiniz gibi günümüzde çoğu anne baba kusursuz ebeveyn olma kaygısında. Bazen bu kaygı nedeniyle kafaları karışıyor, hatta yanlış yollara sapabiliyorlar. Bu kaygı çocuğa nasıl yansıyor?

Zihinleri “Nasıl?” sorusuyla meşgul ebeveynlerin bebekleriyle ilişkisi, daha operasyonel boyutta kalabiliyor. Yani; bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak için “nasıl” en doğru, en iyi şekilde yapacaklarına odaklanmak, bu ihtiyaçların karşılanmasıyla birlikte gelen bağlanma ve duygusal süreçlerin farkında olmadan ikinci plana itilmesine sebep olabiliyor. En doğru emzirme teknikleri, en doğru miktarda beslemek, en doğru uyku düzenini oturtmak gibi farklı “doğru”ların peşine düşmek, anne babaların bebeklerine alışmaları, onu tanımalarıyla doğal ve kendi akıcılığında gelişebilecek bir düzenin önüne geçebiliyor.

Özellikle çocuklukta anne babayla yaşanan ilişkinin, çözülmemiş travmaların ya da gerçekleşmemiş yüzleşmelerin bireyin ebeveynlik sürecinde de kendini tekrar ettiğini belirtiyorsunuz yani her ebeveyn aslında bilerek ya da bilmeyerek kendi anne babasının yansıması oluyor. Bu durumdaki ebeveynlere geçmişte yaşadıkları olumsuz duyguları çocuklarına aktarmamaları için ne tavsiye dersiniz?

Geçmişe dönüp yaşanmışlıkları değiştiremeyiz. Ancak tüm yaşanmışlıkları ve olayların parçası olan bireylerin her birinin kendi koşullarına kabul geliştirilebilir ve bugünün koşulları içinde onarıma gidilebilir. Ebeveynlerimizle ilgili geçmiş yaşantıların ve duyguların farkında olmak, olanları anlamlandırmak ve tanımlamak, çocuğunuzla ilişkinize olası olumsuz yansımaların önüne geçebiliyor. Böylece çocuk sahibi olmak ve onu büyütmek deneyimi, size yapıldığını düşündüğünüz hataların telafisi olma yolundan hızla uzaklaşır.

Günümüzün rekabetçi dünyasında anne babalar çocuklarının özgüvenli olmasını istiyor. Çocuğun özgüven gelişimi nasıl destekleniyor?

Bu, ebeveynlik yolculuğunda en sık sorulan sorulardan biri. Diğer bir deyişle, ebeveynler, dış gerçekliğin giderek sertleştiği, rekabetin alabildiğine arttığı, neredeyse vahşileşen bu dünyada ayakta durabilmek için dünyaya “meydan okuyabilen” çocuk yetiştirmenin yollarını arıyor. Oysa ki özgüven, yaşla birlikte, uzun yıllar içinde, içi ve altı doldurularak, zaman içindeki başarılar ve başarısızlıklar ile ulaşılabilen bir duygu. Sağlıklı olan da bu… Özgüven, anne babaların düşündüğü gibi hayatta başarılı olmak için bir ön koşul değil. Anne babanın öncelikle farkında olması gereken şey, gerçek hayat başarısının insanlarla iyi ilişkiler kurabilmeye bağlı olduğu. Her şeyin en iyisini bildiğini düşünen, alabildiğine cesur, sadece kendi dediği olsun isteyen bir çocuk, akıllardaki özgüvenli imajına uyuyor. Ancak bu tipik özgüvenli çocuk örneği; ebeveynlerinin, arkadaşlarının, kardeşlerinin ne düşündüğü veya ne hissettiğiyle fazla ilgilenmez, olumlu bir ilişkiyi yürütmeyi çoğunlukla beceremez. Anne babalar çocukları ile sağlıklı, yakın, sevgi dolu bir ilişki içerisinde olduklarında çocuklar da zamanla doğru ilişkiler kurabiliyor ve özgüvenleri gelişiyor.

Kitabınız, ebeveynlerin duygusal yolculuğuna da eşlik ediyor, bir anne babanın ihtiyaç duyacağı teknik bilgileri de kapsıyor. Adeta “Çocuk büyütürken bu kitap yeter” diye düşündürüyor. Çok kompleks bir konuyu bu kadar kısa ve öz anlatmayı nasıl başardınız? Kendi ebeveyn yolculuğunuzun bu noktada katkısı oldu mu?

Öncelikle teşekkür ederim. Gerçekten kitabı yazmamdaki en büyük motivasyonlardan biri, çocuk büyütme yolculuğunda olabildiğince ebeveynlere eşlik etmekti. Teori ve terapi odası her zaman aynı olmaz. Bu, ağırlıklı olarak terapi odasından çıkmış bir kitap. Dolayısıyla da uzun yılardır çocuklar ve onların aileleriyle gerçekleştirdiğim klinik çalışmalar, uygulanabilir bilgi üzerine düşünme becerimi artırmış olabiliyor. Elbette kendi anneliğim de kendi hikayeme yeniden bakmama, her anne gibi çocuğumu büyütürken benim de büyümeme ve zenginleşmeme katkıda bulundu.

“Her anne babanın hayali, çocuğunun dengeli ilişkiler kurabilen, sorun çözebilen, yaratıcı bir yetişkin olabilmesi” diyorsunuz. Günümüz koşullarında bu hayali gerçekleştirebilmek

çok mu ütopik?

Bunun gerçekleşmesi, kişinin çocukluğunda içsel dengesini oluşturabilmesine ve bunu sürdürmeyi öğrenmesine bağlı. İçsel dengesini kurabilmiş bir yetişkin, duygularına temas edebiliyor ve duygularını ifade etme üzerinde kontrol sahibi. Böylece, duyguları içinde kaybolmak yerine, onları sağlıklı bir biçimde ifade edebiliyor ve sağlıklı kararlar alabiliyor. Bu, sağlıklı ve yakın ilişkiler kurabilmesini, uyumlu bir yaşam yolculuğuna çıkmasını sağlıyor.

Anne babaların çocukları söz konusu olduğunda beklentileri genellikle yüksek oluyor. Bu beklentilerin gerçekliği konusunda ebeveynlere ne tavsiye edersiniz?

Bu noktada yine ebeveynin kendi gerçekliği devreye giriyor. Öncelikle kendi isteklerinin, gerçekleşmiş ya da gerçekleşmemiş arzularının farkında olan bir anne baba bunları çocuğa yüklememeyi başarabiliyor. Böylece her çocuk kendi gerçeği, yetenekleri ve istekleri doğrultusunda destekleniyor. Günümüzde beklentilerin gerçekle örtüşmesini engelleyen önemli unsurlardan biri de sosyal medya. Sosyal medya çoğu zaman anne babayı yetersiz hissettirerek, gerçekçi olmayan bir hayat programına sokabiliyor. Hem kendi gerçekliğinin, kendi hikayesinin farkına varan hem de çocuğunu meraklı ve şefkatli gözlerle takip ederek yakın duygusal bağ kurmayı gerçekleştiren her ebeveynin gerektiği şekilde hedefler koyarak gereken desteği verebileceğini düşünüyorum. Makul zorlanmaları ve başarısızlık deneyimlerini karşılayabilme, katlanabilme noktasında sağlam bir yetişkin duruşu göstererek, çocuğu kapsamaya devam etmek de konulan hedefleri daha gerçekçi kılmayı veya konulan gerçekçi hedeflere ulaşmayı destekliyor.

İLGİLİ İÇERİKLER

  • Anne babalara 10 tavsiye
  • Çocuğun anne baba ile uyuma sorunu nasıl çözülebilir? 8 öneri

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir