FOX’un sevilen dizisi Mahkum’un Fırat’ı ve Cemre’si, Onur Tuna ve Seray Kaya ile oyunculuğa dair oldukça hoş bir sohbet gerçekleştirdik. İşlerini aşk ve hevesle yaptıklarını belirten başarılı ve sevilen oyuncular Onur Tuna ve Seray Kaya, başrollerini paylaştıkları Mahkum dizisine dair açıklamalarda da bulundu.
Kendinizi birkaç cümle ile tanıtır mısınız?
Onur Tuna: Bir insanın kendini tanıtması bence çok zor. Hepimizin içinde hem iyi hem kötü var. Yaşadığımız hayat bir madalyonsa, bunun diğer yüzü mutlaka olmalı. O yüzden kendimi tanıtıyorken, şöyle biriyim ya da böyle biriyim demekten mümkün oldukça kaçınan biriyim. Ancak, değişime ve dönüşüme açık biriyim diyebilirim. Çünkü hayat mutlak değil ve yarın başıma ne geleceğini bilmiyorum. Onun dışında sevdiğim ve sevmediğim şeyler üzerinden kendimi tanımlayabilirim.
Seray Kaya: Kendimi Anka kuşuna benzetiyorum. Hayatının orta noktasına iyiliği, adaleti koymuş; hayvanlara, işine âşık, kendi halinde yaşayan ve her ne olursa olsun mutlaka küllerinden yeniden doğan birisiyim diyebilirim.
Oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?
Onur Tuna: Oyunculuk aslında, aile desteğiyle beraber Çanakkale’de oratoryolar, tiyatrolar ve izlediğimiz oyunlarla, çok küçük yaşlarda başladı. Eğitimci bir ailem olduğu için, bu tarz sanatsal sahne çalışmalarının içerisinde çocukluğumdan beri yer aldım. On dört yaşımdan beri gitar çalıyorum, yirmili yaşlardan beri de piyano çalıyorum; dolayısıyla başka bir şey yapmayı düşünmedim aslında. Bu serüvenin nasıl başladığını inanın tam olarak bilmiyorum ama nasıl devam ettiğini ve nasıl devam edeceğini daha iyi analiz etmiş durumdayım. Oyunculuğun, sevilmeden yapılabilecek bir iş olduğunu da düşünmüyorum. Bence o serüven, o iç aksiyon insanın içinde varsa zaten oyunculuğa bir şekilde kendini eviriyor. Bu serüven içerisinde oyunculuğu elimden geldiğince geliştirmeye, dönüştürmeye ve evirmeye çalışıyorum tabii ki.
Seray Kaya: Çok erken yaşta çalışmaya başladım ve oyunculuk hep imkânsız gibi bir şeydi hayatım için. Ama her zaman, inandığım şeylerin peşinden giden biriydim. Ailemin de sektöre karşı kaygıları vardı ve oyuncu olmamı istemiyorlardı. Çalışıp kazandığım birikimimle ailemden gizli oyunculuk eğitimi almaya başladım. İlk projeme seçildiğimde sözleşmeyi imzalayıp öyle aileme söyledim. Çok şaşırdılar, bir yandan da onca şey başarmış olmamdan gururlandılar. En büyük destekçim ailem. Zor da olsa unutulmaz, kıymetli zamanlardı. O yüzden “iyi ki” diyorum.
Sizce iyi bir oyuncu olmanın sırrı nedir?
Onur Tuna: İyi bir oyuncu olmanın sırrı diye bir şey yok bence, bu bir sır değil. Tabii ki yapılan herhangi bir meslekte yetenek, yetiler, kişinin konuya karşı olan zihinsel ve analitik zekâsı çok önemli. Ancak, hepsinden öte bir şey var: Çok çalışmak. Ben şuna inanıyorum; müzik de yapsanız, oyunculuk da yapsanız, resim de yapsanız, bankacı da olsanız çok çalışıp, kendinizi bilmediğiniz yönlerde bıkmadan usanmadan değiştirmeye ve geliştirmeye devam ederseniz, mutlaka hayat size bu çalışmanın karşılığında bir sonuç verecektir. Dolayısıyla, eğer ki çok çalışırsak ve hayatta sevdiğimiz bir işi yapmayı amaç edinirsek, o zaman sır diye bir şey kalmıyor ortada diye düşünüyorum.
Seray Kaya: Bilmem, ustalarımıza sormak lazım. Ama benim şimdiye kadarki edindiğim tecrübelere dayanarak, öğrenmeye açık olmak diyebilirim. Bir oyuncu ne kadar öğrenmeye ve kendini geliştirmeye açıksa, o kadar iyi bir oyuncu olma yolundadır.
Bu zamana kadar hep başarılı işlere imza attınız. Bir projeyi değerlendirirken kriterleriniz neler?
Onur Tuna: Öncelikle teşekkür ederim. Projeyi seçerken ilk başta hikâyeye bakıyorum tabii ki. Hikâyenin beni içine alıp almadığına, bana söylenilen karakterin kendi içinde ne kadar var olup olmadığına bakıyorum. Eğer yoksa, ne denli çalışmalar uygularsam oraya daha fazla yaklaşırım, ona bakıyorum ve bir yandan da bunun bir enerji işi olduğuna inanıyorum. Çünkü yaptığımız işleri sadece hikâye bazında düşünmemek gerekiyor. Kadro çok önemli, yönetmen çok önemli, görüntü yönetmeni çok önemli, yapımın işe karşı duyduğu saygı ve sevgi çok önemli; yapımın, yönetmenin ve ekibin oyuncuya karşı olan güveni çok önemli. Bunların hepsini yakaladığım yerde huzurlu oluyorum ve bir işe, göreceli bir şekilde beğenilip beğenilmemesi kaygısıyla girmiyorum. Eğer ki bu işi yapabileceğime inanan insanlarla çalışıyorsam, bu beni motive ediyor, daha idealist biri yapıyor ve okuduğum hikâye de benim hoşuma gittiyse neden içinde yer almayayım diyorum.
Seray Kaya: Bana gelen tüm işlerde kalbimi dinledim diyebilirim. Önce karaktere inanıp, âşık olmam gerek; eğer inanmazsam yapamıyorum. Bu zamana kadar da hep inandığım, âşık olduğum karakterlere hayat verdim. Bir de bazen hiç belli olmuyor ki, sen bir hikâyeye inanıp oynasan da yolda başka şeyler yaşanabiliyor. Duygusal tarafın tam tersi bir hayat da var ne yazık ki. İnandığın rol, bir senaryoyla inanmadığın bir hale de evirilebiliyor. Şu ana kadar hiç bunu yaşamadım, umarım da yaşamam.
Canlandırdığınız ve kendinize en yakın hissettiğiniz karakter hangisi oldu?
Onur Tuna: Bir söz vardır, “Shakespeare’in Hamlet’ini üç bin kişi oynar ama üç bini de farklı oynar.” diye. Her oyuncunun yorumlaması, üslubu, iç aksiyonu, tamperamanı, çalışma metotları farklı olabiliyor. Dolayısıyla aynı karakter üzerinden farklı yorumlamalar çıkabiliyor. Bugüne kadar canlandırdığım karakterler de benden çıktığı için aslında hepsi bana çok yakın ancak; empatik boyutta başka bir meslekte, başka bir isimde birini canlandırdığım için beş duyu üzerinden o insanla olan ortak yönlerimi ortaya çıkartıp, bunu gerçekliğe dönüştürmeye çalışıyorum aslında. Hangisi bana daha yakın diye bir şeye cevap veremiyorum o yüzden, hepsinin içinde bana ait şeyler var. Karakterlerin isimleri ne ise onların hepsi, Onur’un Ferman’ı, Onur’un Fırat’ı, Onur’un Mustafa’sıydı. Başka bir oyuncu arkadaşım değerlendirseydi onun Mustafa’sı ya da onun Ferman’ı olacaktı. Dolayısıyla oynadığım karakterlerin hepsi bana yakın.
Seray Kaya: Kocamın Ailesi dizisinde oynadığım Miray karakterini, bir de şu an Mahkum dizisinde Cemre karakterini kendime çok yakın hissediyorum. Cemre ayakları yere basan, inandığı doğrulardan vazgeçmeden hak arayan, sağlam bir karakter. Böyle güçlü kadınlara hayat vermekten keyif alıyorum.
Mahkum dizisi ile çok beğeni topladınız. Bu projeyi ayrı kılan nedir?
Onur Tuna: Mahkum, yazım olarak kronolojik anlamda çok fazla gelgitleri olan, geçmişe dönüşleri olan ve izleyiciye soru işaretleri bırakan bir senaryo. Türkiye’de son zamanlarda bu tarz hikâyelerle çok karşılaşmıyoruz diye düşünüyorum. Bu büyük bir artı olabilir. Çok güzel bir ekip toplandı ve güzel bir hikâye olduğu için herkes isteyerek ve inanarak sete gelip oynadı. Dolayısıyla bu bir enerji oluşturdu ve izleyiciye geçti. Bir Cumhuriyet savcısının dışarıda Yesariler denilen çok zengin bir ailenin oğluyla olan hikâyesi. Dolayısıyla Mahkum’u özel kılan şey, bugüne kadar izleyicinin belki de açlık içerisinde beklediği türden bir hikâye olması diyorum.
Seray Kaya: Tahmin etme ve merak unsuru. Seyircimize ipuçları veriyoruz cinayeti çözmeleri için. Dizinin karakterleri ve seyirci arasında iş birliği olan bir hikâye. Belki de bu yüzdendir. Bir de çok güzel bir ekip olduk, bu enerjinin de yansıdığını düşünüyorum.
Dizinin başrolleri olarak oldukça uyumlusunuz ve bu seyirciye yansıyor. Bu enerjiyi nasıl yakaladınız?
Onur Tuna: Bu hikâye, herhangi bir oyuncunun, okuduğunda oynamak isteyeceği katmanlı karakterlerin var olduğu bir hikâye zaten. Başrol diye bir olguya bakmıyorum açıkçası, bütün oyuncu arkadaşlarımın hepsi enerjilerini, yeteneklerini son derece iyi yönde yansıtıyorlar işe. Onlar olmasa biz de olmayız, bu böyle bir denge benim için. Oyuncuların birbiriyle uyumu olarak bakarsak, evet, Fırat ile Cemre’nin, yani Onur ile Seray’ın zaten dışarıda bir arkadaşlığı var. Sahne içerisinde de ikisi de son derece profesyonel ve işine odaklı insanlar. O an geldiğinde işi layığıyla en iyi şekilde nasıl yaparım noktasında idealist beyinler bir arada buluştu. Bütün oyuncu arkadaşlarım kendi sahnelerinden önce ve hikâyenin bütünü doğrultusunda oynadığı karakteri hiç bırakmıyor.
Seray Kaya: İkimiz de karakterlerimize inandık. Bir de çok eski arkadaşız. Onur çok başarılı ve çok kıymetli bir partner. Onunla bu işin bir parçası olmaktan kendi adıma mutluyum.
Sizin için başarılı bir işin olmazsa olmazı nedir?
Onur Tuna: Doğru teknik aksam, doğru süre, doğru cast; yani teknik olarak, yaptığımız işte, sinema sektöründe gerekli olan bütün materyaller bir araya geldiğinde, zaman olgusu da dahil olmak üzere tabii ki, ben kaliteli bir iş çıkacağına inanıyorum. Ama bunun yanında çok iyi ön hazırlık çalışmaları yapılması ve çok iyi bir ekip oluşturulması gerekiyor. Bu ekibin birbiriyle oluşturduğu enerji, gerçekliği oluşturacak ve beş duyu üzerinden insani olarak birilerine hikâyeyi anlatacak. O yüzden çok iyi bir cast gerekiyor.
Ülkemizdeki oyunculuğu ve yapılan işleri dünya ile kıyasladığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onur Tuna: Orada çekilen projelerin zamanları, filmlerin süreleri ve bunların çekilme zamanları, çekilmeden önceki ön hazırlık süresi, storyboard’ları, yönetmenin çok daha önden storyboard’larla beraber dekupajını dökmüş olması; oyuncuların, text’lerine çok daha önceden ulaşıp çok daha fazla çalışma zamanlarının olması gibi imkânların hepsi yurt dışında mevcut. Türkiye’de, dünya çapında film-dizi çekebilecek ya da oynayabilecek insanlar var. Avrupa sinemasında da ödüller alan Türk yönetmenler, çok yetenekli oyuncu arkadaşlarım, büyüklerim var. Yani bu kişiler ve potansiyel mevcut. Doğru materyaller bir araya gelirse, bu ülkede de çok güzel işler çıkartılabilir; ancak bu konuda ticari olarak endüstrinin kendini beslediğini düşünmüyorum. Beslediği anda ürünlerin kalitesi de değişecektir. Çünkü on yıl önceki duruma bakıldığında ürünlerin kalitesi, izleyicinin iyi ürüne olan beklentisi git gide artmaya başladı. Bunlar mutluluk verici şeyler.
Oldukça yoğun bir tempoda çalışıyorsunuz. İşten vakit bulduğunuz zamanlarda neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Onur Tuna: Mahkum, bir romantik komedi işi olmadığı için, hikâye bazında illaki oyuncuları ve ekibi zaman ve mekân kavramıyla alakalı yorabiliyor. O sürenin dışında evde gitar ve piyano çalan, dört kedisi, bir köpeği ve yirmi otuz yıllık dostları olan biriyim zaten. Ailem İstanbul’da. Olabildiğince aileme, dostlarıma, müziğe ve evdeki arkadaşlarıma vakit ayırmaya çalışıyorum. Onun dışında da zaten işimden ötürü yapmam gereken ekstra şeyler olabiliyor: Menajerimle, avukatımla görüşmek gibi ya da bazı sosyal sorumluluk projelerinde yer almak gibi.
Seray Kaya: Sevdiğim müzik listem, kahvem, köpeklerim ve doğanın içinde ben.
Gelecekte nasıl projelerin içinde yer almak istersiniz, canlandırmak istediğiniz özel bir karakter var mı?
Onur Tuna: Aslında geleceği çok düşünerek yaşayan biri değilim, an içerisinde önüme çıkan şeylerle mücadele etmeyi daha çok seviyorum. Ama tabii ki, “Bir oyuncu olarak ne yapmak isterim? Acaba şöyle bir şey olsa nasıl güzel olurdu?” dediğim şeyler aklıma geliyor. Bir sokak çocuğunu oynamak istiyorum mesela. Onun dışarıda yaşadığı sıkıntıları sinematografik anlamda insanlara anlatmak isterim. Ama tabii ki dünya üzerinde o kadar çok şey yazılıyor, çekiliyor ki izlediğiniz birçok şeye özenebiliyorsunuz. Keşke ben de bunu deneyebilseydim ya da ben de bu karakter için bir ön çalışma yapabilseydim, bu bana çok şey katardı, diyebiliyorsunuz. O yüzden spesifik olarak şu diyemem gelecekle alakalı; ama şundan eminim, işimi çok seviyorum. Dolayısıyla da bir ömür yapacağıma inanıyorum ve yaptığım projelerin, mutlaka çok hoşnut olduğum işler olacağına gönülden inanıyorum. Daha doğrusu inanmak, adaptasyonumu bu yönde tutmak istiyorum; çünkü işimi çok seviyorum.
Seray Kaya: Bu bende sürpriz olarak kalsın. Hayat bana ne getiriyorsa en iyisini en iyi şekilde yapmak istiyorum.