Moda dünyasının gelmiş geçmiş en donanımlı ve Anadolu’dan geçmiş tümmedeniyetlerin izlerinden, mimarisinden, tarihinden, duvarından, yaşanmışlığından ilham alan, işinin piri bir isim, bir efsane olan Vural Gökçaylı ileAlanya Kalesi’nde gerçekleştirdiği muhteşem “Anadolu Medeniyetlerindenİzler” defilesinin akabinde buluştuk. Beni ofisinde ağırladı ve gerçekten bir tarihkitabıyla konuşuyormuşum hissine kapıldığım bir röportaj gerçekleştirdik…
Türkiye adına kayıtlı muz lifinden yapılan kumaşlarla kendisinin yarattığımodeller dünyada bir ilk olma derecesini aldılar. Bu teknikte, meyvesi alındıktansonra kesilen bitki gövdesi katlarına ayrılıyor, lifin üzerindeki tabaka özel birmakine ile eziliyor ve kazınıyor. Bu lifler kumaşta atkı ipi olarak kullanılıyor. Çözgü ipi (boyuna iplikler) ipekten, atkı ipi (enine iplikler) muz lifinden olan budokumaya Alanya muz lifi kumaş denmektedir. Bu kumaşlar daha sonra SayınVural Gökçaylı tarafından Houte Couture tekniği ile pens konulmadançalışılmıştır.
Birlikte geçirdiğimiz saatler süresince sesi kısılmış ve biraz hasta olmasınarağmen beni kırmayarak tüm sorularımı içtenlikle tek tek cevapladı. Ben de Givenchy ve Chanel’in kendileriyle birebir çalışmış 32 yıllık evli 2 kız babası, eşine ender rastlanır bir hakiki beyefendi ile yaptığım bu detaylı röportajıköşemde sizlerle paylaşmaktan gurur duyuyorum.
Siz altyapınızla, aldığınız eğitimle, kültürünüzle, geçmişinizle ve bu gününüzle modanın gerçek duayenlerinden birisiniz. Mesleki yolculuğunuz nasıl gelişti?
Çok küçük yaşlarda bize kağıt, kalem verirlerdi. Benden bir yaş büyük bir abim vardı o kovboylar çizerdi, ben hep şapkalar, kadın elbiseleri çizerdim ve bana çok kızarlardı böyle şeyler yaptığım için. Ailemizde çok asker vardı, hatta dedem generaldi, üçüncü ordu kumandanı ve bu yüzden sürekli kıyamet kopuyordu, çizim yaptığım kağıtları yırtarlardı. Sonra ben Moda İlkokulu’na gittim ve ardından İtalyan Lisesi’ne başladım. İtalyan bir ticaret lisesidir ama çok sanatsal bir yanı da vardı. Latince dersleri vardı, mitoloji vardı, sanat tarihi vardı ve ben orada Rönesans’ın içine daldım. Hocalar çok iyiydi. Bir gün 16 yaşındaydım, teknik resim sınavında ilk ben bitirdim, kağıdımı verdim. Sıra arkadaşım Ayla Or’un elinde bir kumaş vardı, ona göre bir şey çiziyordum sınav kağıdını verdikten sonra. Elimi kapatmış çiziyordum ama Sinyor Ottone beni yakaladı cetvelle kafama vurdu, o kağıdı elimden aldı ve beni sınıftan attı. Tabii kıyamet koptu annem geldi o gün okula, normalde en öndeydim ben ama öğretmen beni en arkaya koydu ve benimle konuşmadı. Sonra bir gün beni öğretmenler odasına çağırdılar. Korkarak gittim tabii, “acaba ne yaptım?” diye. Kağıt öğretmenin elindeydi ve bana “senin sanatsal yönün var, İtalya’ya git ve orada moda oku” dedi.
Sizin aklınızda böyle bir şey var mıydı daha önce?
Hayır, hiç yoktu.
Siz ne olmayı hayal ediyordunuz?
Ben ya mimar olmayı ya da orkestra şefi olmayı hayal ediyordum. anneme söyledim. Öğretmenimin söylediklerini anneme anlattıktan sonra benim aklıma da geldi; “niye modayla ilgilenmeyeyim?” dedim. Bir dayım Atatürk’ün doktoru ve çok asker var ailemde, babam ise hukukçuydu, gerçi o zaman kendisini kaybetmiştik, zaten yaşasaydı izin vermezdi bana. Ben annemi kandırdım, İtalyanca’m çok iyiydi, İnglizce’m zayıftı ve ben Fransa’ya gittim. Evde kıyamet koptu. Önce Sorbonne’da Akademi Borar’da kostüm tarihi ve güzel sanatlar tarihi okudum ve çizimim güçlüydü. O dönem Deniz Kuvvetleri Kumandanı Hasan Hüsnü Paşa’nın oğlu dedemin arkadaşıydı ve orada onun evinde kalıyordum. Onlar benim üstüme titrerdi ama çok da baskı yaptılar, 3 sene onlarla orada kaldım çok iyi oldu.
Güzel Sanatlar Akademisi’ne Akademi Bozar’a gidiyordum, orada muhitleri çok iyiydi. Bir gün bir davette gittik, Givenchyvardı orada ve benden Bozar’da okuyan genç yetenek olarak bahsederek kendisiyle tanıştırdılar. Tam okulum bitmek üzereyken Givenchy’de çalışmaya başladım. Audrey Hepburn, Madam Simson ve bütün aristokrasiyle çok iyi bir dönem geçirdim oradayken. Bu arada aklım hep Yves Saint Laurent’daydı. Onlardan dostane bir şekilde ayrıldıktan sonra Jean Patou’da direktör artistik yardımcısı oldum ve Fransa’da en iyi yerlere geldim. 1968 olaylarında Paris’teydim ve o dönem Fransa çok karışıktı, yaptığımız defileyi bile gösteremiyorduk, Amerikalılar dahi gelmiyordu, bu yüzden ben de Türkiye’ye dönmek istedim. Tam bu zamanlarda Nina Ricci’nin asistanı Frans Morinar çok büyük bir kapital bulmuş, Amsterdam’da atölye açmaya karar vermiş, bana geldi, “seni direktör artist olarak almak istiyorum” dedi, çok büyük bir para, bir ev ve araba verdi. Fakat Jean Patou o sırada benim istifamı kabul etmedi ve benim de Türkiye’ye gitme fikrim vardı hep. “Gitme Türkiye’ye” dediler ve 1969 yılında bir senelik kontrat yaparak Hollanda’ya gittim. Frans Moreiner’e 3 koleksiyon yapıp gidecektim; ilk koleksiyonu Paris’te, ikinciyi New York’ta ve üçüncüyü de Almanya’da sergiledim, muhteşemdi, herkes çok beğendi.
Hollanda mecmuaları “Parisli Türk” diyordu bana ama bunu sevmiyordum, “Türk’üm ben!” diyordum. Paris’ten ayrılmaya karar verdiğimde Frans Moreiner gitmemem için yalvardı ama ısrarcı davrandım ve büyük hadiselerle Paris’ten ayrıldım. Birkaç yıl sonra eşyalarımı toplamak üzere Paris’e gittiğimde bir davette Sylvie Vartan ile tanıştım, o da kendi ismiyle bir hazır giyim markası yaratıyordu ve koleksiyonu benim hazırlamam için çok ısrar etti. Tek koleksiyon yaptım, Amerika’da ve Paris’te çok iyi sattı ama mesleğim haute couture olduğu için hazır giyimi çok isteyerek yapmadım.
Niye bu kadar kesin bir şekilde Türkiye’ye dönmek istediniz?
1971 yılının sonunda Türkiye’ye döndüm ve atölyemi Rumeli Caddesi’nde açtım. Ben buraya gelmeden önce bütün gazeteciler benimle röportaj yapmıştı, o yüzden dışarıdaki insanlar bile beni tanıyordu. Çiğdem Simavi ve Belma Hamamcı ile eskiden tanışıyorduk. Paris’te tanıdığım Mevkure Şerbetçı vardı, çok şık bir hanımdı kendisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Paris’ten giyinirmiş. Benim koleksiyonumdan iki çocuğuna da almıştı. Siyah tuvalet yaptırdı bana ve “yalımda davet var” dedi, kalktım gittim. Benim tuvaletimi giymiş “sen şöyle yanımda dur” dedi bana ve gelen her konukla beni tanıştırırken “siz de onun yerine gidin” dedi. Ve hepsi benim defileme geldi, öyle başladı Türkiye maceram…
Yurt dışında defileleriniz oldu mu?
Brüksel’de, Washington’da, Mısır’da, İsrail’de, Ürdün’de, Bavyera Prensi için Almanya’da ve en son Miami’de defilelerim oldu. Ayrıca konsolosluklarda da çok defile yaptım.
Nelerden esinlenirsiniz?
Bir gün üniversitede sanat tarihi hocamız biraz Doğu’nun gizeminden bahsedeceğimizi söyledi. Benim Türk olduğumu biliyordu ve bize Rüstem Paşa Camisi’ni gösterdi. Öğretmen “bu kubbeyle bu cami ne kadar muhteşem” dedi ve içeri girdi. İçerideki fayansları gösterdi “siz tekstil yapacaksınız alın size kaynak olsun” dedi. Ben o gün Türk tarihinin ve mimarisinin detaylarını kullanmak için kendime söz verdim. Gördüğünüz ceket detayları hep onlardandı mesela. Sivas Divriği Selçuk kabartmalarına bayıldım, onları çektim, Erzurum’daki Selçuk desenlerini kullandım. O yüzden bir ara Selçuk ve Osmanlı çalıştım. Aphrodisias heykelerinin üzerindeki drapeleri getirdim, işledim. Sonuçta böyle bir altyapıyla modaya başladım. Lakin şimdi zengin hanımlar “modacıyım” diye atölye açıyor, insanlar gidip oradan giyiniyor. Fakat ben şu an basında ne yazık ki çok güzel giyinmiş kadınlar göremiyorum ve şimdiki modacıların yaptığı şeyleri beğenmiyorum.
Bundan sonraki hayaliniz nedir?
Moda ve giyim hakkında bir kitap yazmak istiyorum.
Çocuklarınızın da modacı olmasını istediniz mi hiç?
Yok… İki kızım var; birinin hem eşi hem kendisi profesör, diğeri de Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde, aynı zamanda da arkeoloji profesörü. Aslında küçük kızımın benden geçme bir resim merakı var ve arkeolojiye sardı ki arkeolojiyi ben de çok seviyorum. Piyano çalıyor, bir ara da konservatuvara gidiyordu. Kısacası modayla hiç ilgilenmediler ama şimdi gördükçe daha çok ilgileniyorlar.
Erkeklerde iyi giyinen ve taşıyan bir adam olarak Atatürk’ü beğeniyordunuz. Peki kadınlarda?
Atatürk Hollywood starlarından daha şık bir adamdı. Boyu uzun olmamasına rağmen her giydiğini çok iyi taşırdı. Günümüzde Türkiye’de yabancılar da kötü giyiniyor. Türkiye’de saysam on kişi çıkaramazsınız güzel giyinen kadın… Kalpleri kırılmasın diye isim veremem tabii ki… Geçmişte Neslişah ve Hanzade Sultan vardı, bunlar fazla güzel kadınlardı. Kendilerini konsolosluğun organize ettiği bir davette Paris Operası’nda görme fırsatı bulmuştum, gördüğüm an bakakaldım. Fransız kontesler onların önünde eğiliyordu. Çağdaş giyinirlerdi, su kayağı yaparlardı, çok iyi yüzerlerdi, mayolarını en iyi yerlerden alırlardı.
Sizce iyi giyinmenin parayla bir bağlantısı var mı?
Şu anda basında gördüğümüz isimler bir giydiklerini bir daha giymiyorlar ama üstlerine oturmuyor hiçbiri. Mefkure Şerbetçi bana en pahalı kumaştan, en iyilerinden birkaç kıyafet yaptırdı, her davette ayrı bir elbise giymenin görgüsüzlük olduğunu söylerdi. Benim diktiğim elbiseleri defalarca giyerdi ve iftiharla adımı söylerdi. Günümüzde fotoğraf çektirildiyse, o kıyafet bir daha giyilmiyor, bu doğru bir şey değil. Bir giysi farklı aksesuarlarla birçok kez giyilir. Fransız bir hanım bir tayyörü farklı aksesuarlarla birkaç kez giyer. Küçük siyah bir elbiseyi çeşit çeşit giyer. Önemli olan omzuna oturması, kumaşı ve dikişidir.
Çok yakın bir zamanda Alanya Kalesi’nde muazzam bir defile gerçekleştirdiniz. Mankenleriniz olağanüstü sadelikteydiler. Makyaj, saç ve diğer detaylara bakışınız nedir kadınlarda?
Ruju hiç sevmem, dudakta hafif parıltı severim. Genel olarak makyaj ağır olmamalı. Ojeyi hiç sevmem, sadece şeffaf bir cila olmalı. Mankenlerime her zaman manikürlerini parlatıcıyla yapmalarını söylerim. Beş tane kırmızı parmak iyi olmuyor giyside. Hanımları sadece defilede değil, yaşamda da böyle seviyorum. Çoğu müşterim de böyledir; tırnaklarında cila ve dudaklarında parlatıcı.
Peki saçlar nasıl olmalı?
Cilt tonuna yakışan bir renk olabilir, mesela esmer bir kadında sarı saç iyi durmaz. Saçları uzun lepiska gibi bırakmak bozar. Şık bir at kuyruğu ve topuz kullanılabilir. Eşim saçların uzunken hep topuz yapardı, kanser geçirdikten sonra saçları gitti, peruk kullandı. Sonra da sadece kısa çıktı, şimdi de hep kısa kullanıyor ve böyle de seviyorum.
Dünya değişiyor, artık uçan arabalar geldi. Çok uzak gelecekte moda nasıl olacak sizce, Uzay Çağında ne giyecek insanlar?
Günümüzde genç modacılar çok saçmaladı, erkek modası da çok saçmaladı. Türkiye’de çok yeteneksiz insanlar pek çok gazetede çıkıyor ve şıklık hakkında konuşuyor ama kendi üstündeki modaya aykırı mesela… Şu an moda dünyasında büyük bir boşluk var, Osmanlı döneminde bile meslek loncası vardı, şimdi zengin kadınlar hemen atölye açıyor. Benim yarın gidip muayenehane açmam gibi bir şey…
İlham kaynağınız Anadolu kültürleri mi?
Bu körü körüne değil. Bugün biri “ben Osmanlı yaptım” der, bir Osmanlı tuğrası atar ortasına inanın hiç kimse anlamaz ama ben kabartmaları alıp işliyorum. Brüksel’deki defilemde televizyona davet ettiler. Arkada koleksiyonumu gösteriyorlar, önde ben konuşuyorum. İlk sorusu şuydu, “siz gerçekten Türk müsünüz? Çok değişik şeyler gösterdiniz dünyaya ve siz Fransız kültürüyle yetiştiniz, gördüklerinizi Fransız sanatından mı aldınız?” “Hayır, öncelikle yüzde yüz Türk’üm, ikincisi Anadolu’dan geçen bütün medeniyetlerin mirasçısı biziz. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı hepsinin yolu bizden geçti ve hepsinden kalan detayları ben burada bütünleştirerek kullanıyorum. Burada gördüğünüz en ufak detaylar bile Anadolu’dur, mesela drapelerim hep Efes’tir.” dedim. Mimari ve arkeolojiyi kullanıyorum. İlk koleksiyonumda mimari üzerine çalıştım, kesin hatlar vardı. Sonra Türk ressamlarla çalıştım, kumaş deseni yaptırdım, 12 ressama hep yeni bir mesaj vermek istedim.
Dünya giyimde nerede?
Miami’de herkes sokakta şortla, mayoyla, ayağında terlikle dolaşıyor. Türkiye’de adamlar, yaşlılar şortla, pedikürsüz ayağında çıplak terlikle, üzerinde tişörtle bütün yaz sokaktalar. Kadında da, erkekte de şorta asla karşı değilim ama sokakta giyilmez, sayfiyede giyilir; mesela Moda’da giyilir. Buraya damat adayları geliyor, şortla, elinde şişeyle… Ne demek elinde şişe, bu çok ayıp! Şu anda modada çok büyük bir düşüş var ama böyle kalamaz mutlaka daha iyi olacaktır. İstanbul’da tam anlamında şık ve taşıyabilen öyle pek insan yok ama Rahmi Koç kendine çok iyi bakar ve çok iyi giyinir, eski bir beyefendidir, 84 yaşında benim defileme gelir ve çok sever, her daim çok şıktır. Kitabımda her şeyi anlatacağım; kendi hayatımı, geçmişimi, bugünümüzü, her şeyi… Yazmaya başladık gibi şu an. Bir moda tasarımcısının altyapısının nasıl olması gerektiği çok mühim…
Türkiye’de anlaştığınız modacı var mı?
Yıldırım Bey eski bir modacıdır, en iyi o çalışır.
Üniversitede ders veriyorsunuz…
Yeditepe Üniversitesi’nde 19 yıl ders verdim, trafikten dolayı bu sene yoruldum ve istifa ettim.
Böyle fit kalmayı nasıl başarıyorsunuz? Formunuzu nasıl koruyorsunuz?
Tenis oynuyorum, jimnastik yapıyorum ve yürüyüş yapıyorum. Ve tabii düzenli olarak diyet de yapıyorum.
Gelecekte bu meslekle ilgilenmek isteyen nesle neler önerirsiniz?
Moda ve tekstil okuyup sonra çok büyük modacıların yanında 1 sene değil, 4 – 5 sene teknik öğrensinler, çünkü tekniği öğrenmeden modacı olamazlar.