Ece Yaşar: Her Rol Ayrı Bir Dünya

ece-yasar:-her-rol-ayri-bir-dunya

“Çukur” dizisinin Karaca’sı Ece Yaşar, aldığı eğitimlerle yalnızca ekranlarda değil, aynı zamanda tiyatro sahnesinde de aktif olarak kariyerinde ilerliyor. Hayatta kendisini motive eden faktörleri de MAG Okurlarıyla paylaşan başarılı oyuncu, dönüm noktalarını ve projeleri hakkındaki düşüncelerini anlatıyor.

Kariyerinize adım atarken sizi en çok motive eden faktörler nelerdi?

En büyük motivasyon kaynağım sevdiğim işi yapmak! Ankara Devlet Opera ve Balesinde çocuk sanatçı olarak ilk sahne tozumu yuttum ve o andan beri sahnede olmayı, sahneyi izlemeyi çok seviyorum. Bu heyecan, zaman geçip ben büyüdükçe bir tutkuya dönüştü, konservatuvar eğitimim sırasında bu tutkunun ne kadar güçlü olduğunu fark ettim. Ayrıca izleyicilere dokunabilmek, onlara farklı dünyalar sunabilmek de büyük bir motivasyon kaynağı benim için. İnsanların sesimle, vücudumla var ettiğim bir karaktere inanması, sevmesi, onunla ağlayıp gülmesi beni çok mutlu ediyor. Televizyon ekranında, “Çukur”un Karaca’sı olmak bir dönüm noktası oldu diyebilirim bu sebeple. Bir diğer dönüm noktası da profesyonel olarak ilk defa sahneye çıktığım, D22 ve Kumbaracı50’nin ortak yapımı olan “Hayvan Çiftliği” oyunuydu. Genel olarak, öğrendiğim en önemli şey, her rolün ayrı bir dünya olduğu ve her dünyada yeni bir şeyler keşfetmek gerektiği oldu. Şimdi geriye dönüp baktığımda, her deneyimin beni bugünkü halime getirdiğini ve her birinin benim için ne kadar değerli olduğunu görüyorum.

Bir hayalinizin peşinden giderken en güçlü motivasyon kaynağınız nedir?

Hayalin peşinden gitmek bence önce hayal kurmak demek. Bu bir ödev gibi, egzersiz gibi bir şey benim için. Bir söz var: “İnsan, mit yaratma gücünü kaybettiği zaman varlığının yaratıcı güçleriyle olan ilişkisini yitirir.” Yani hikâyesiz kalırsak öldük demektir aslında. Bence sanat, gücünü buradan alıyor; ben de bu güce inanıyorum. Hayallerimin peşinden koşmuyorum da, istikrarla çalışarak, yaratıcı, yararlı ve iyi bir insan olmaya uğraşarak emin adımlarla ilerlemeye çalışıyorum. Elbette aile ve arkadaşlar olmadan olmaz, onlar en büyük destekçim!

Kariyerinizde şu anda bulunduğunuz yer ile başlangıç noktasındaki haliniz arasında nasıl farklar görüyorsunuz? Hedeflediğiniz noktaya ne kadar yakınsınız ve başlangıçtaki Ece Yaşar ile şimdiki Ece Yaşar arasında ne gibi değişiklikler var?

Elbette bu yol, ilk bakışta göründüğünden çok farklıymış; uzaktan göründüğü gibi eğlenceli, toz pembe ve konforlu olmaktan uzak çoğu zaman. Özellikle benim gibi, hisleriyle kararlar almaya meyilli biri için çok yıpratıcı olabiliyor. Yine de inişli çıkışlı bu yolda beni kamçılayan şey, merakım ve oyun oynama düşkünlüğüm diyebilirim. Bunlar değişmiyor. Kariyer yolcuğumun en başında çok daha heyecanlı bir Ece vardı. Aslında tez canlı demek daha doğru olacak. Şimdilerde çok daha sakin ve ılımlı olduğumu düşünüyorum. Hem kamera önünde hem de sahnede heyecanımı manipüle edip işime hizmet eden bir hale getirmeyi öğreniyorum hâlâ. Şu hiç değişmedi ama: İyi bir senaryo okurken veya iyi bir şey izlerken kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. Hedeflediğim noktaya hem çok uzağım hem de zaten oradayım. İnsan gerçekten ister ve bunun için çalışırsa yapamayacağı şey yok bence. Şimdiye kadar her şey olması gerektiği şekilde gitti, kendimi çok şanslı hissediyorum.

“Çukur,” “Kara Sevda”, “Annemizi Saklarken” ve “Prestij Meselesi” gibi projelerdeki deneyimlerinizin yanı sıra tiyatro ve dans sahnelerinde de aktifsiniz. Bu alanlardaki çalışmalarınız arasında size en çok ilham veren veya zorlayan hangisi oldu?

Bale eğitimi zor bir süreçti diyebilirim, ama bir o kadar da kıymetli. Her kapıyı açan iki anahtar verdi bana çünkü: Disiplin ve dayanıklılık. Hal böyleyken zorlandığım şeyler bana ilham olmuş oldu. Son birkaç yıldır sirkle ilgileniyorum, akrobasi yapıyorum ve bu dünyayı çok seviyorum, çok eğleniyorum içindeyken. Hareket etmek vazgeçilmez bir şey benim için. Müzik elbette en büyük ilhamlarımdan biri ve hep hayatımda, kendi kendime enstrüman öğrenmeye çalışıyor, şarkılar yazıp söylüyorum! Edebiyat ve sinemanın olmadığı bir hayat düşünemiyorum bile!

“Ölü Mevsim” adlı film, 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde yarışacak. Bu projede sizi en çok heyecanlandıran veya zorlayan unsurlar nelerdi? Filmle ilgili beklentileriniz nedir? Kısaca film hakkında bilgi verir misiniz?

“Ölü Mevsim”, Doğuş Algün’ün ilk uzun metraj filmi ve benim de ilk bağımsız uzun metraj oyunculuk deneyimim oldu. Senaryosunu Selen Örcan ve Doğuş Algün yazdı. Büyük şehrin varoşlarında yaşayan iki kız kardeşin hayatına odaklanıyor film. Muhafazakâr ve gri bir hayatın içinde sıkışmış iki kadının hikayesini izleyeceğiz. Çalışmaktan çok keyif aldığım bir set geçirdim ve bunu laf olsun diye söylemiyorum. Demokratik, apaçık bir ilişki vardı herkesin arasında, böyle olunca da çok özgür hissettim kendimi. Harika oyuncularla çalıştım, onur duyuyorum bu filmde olmaktan. Festival macerası uzun, önü açık olsun!

Yeni projeleriniz veya planlarınız var mı?

Evet! Bir müzikalde, hem de Mor ve Ötesi şarkılarıyla bir “Hamlet” uyarlamasında oynayacağım yeni sezonda. İki kısa metraj filmi de yine bu sene içinde izleyebileceğimizi umuyorum.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir