İLİŞKİNİN ‘HETEROPYA’ HALİ

iliskinin-‘heteropya’-hali

Dijital platformlarda birey olarak biricikliğimizi kaybettik ve karbon kopya gibi türüyoruz. Bu korku ile yüzleşmemiz gerek. Neyse ki imdadımıza yetişen Foucault var. Hata aslında hoşlandığımız, uğruna dağları delmek için elimizde matkap hazır beklediğimiz kişide değil. O içinde bulunduğu sistemde oyunu düzgün oynuyor; biz olmaması gereken bir insanı olmasını istediğimiz yere zorla sokuyoruz. Yanlış zaman, yanlış insana bir de yanlış yeri ekliyoruz. Boşlukta sallanıp, etkiye tepki ile bir şeyleri yüzeysel yönetmeye çalışıyoruz. Peki sonunda ne oluyor? İlişkinin heteropya hali ortaya çıkıyor.

Heteropya; her ne kadar Foucault tarafından mekanların anlamlarının dönüştürülmesinde kullanılsa da, tıpta bir organın olması gerektiği yerde olmaması; başka bir yerde olgunlaşıp gelişmesi anlamını taşıyor. Aynı hayatımızda olmaması gereken insanları kalbimizin tam ortasına alıp, olmaması gereken yerde büyüttükçe büyütmemiz gibi. Kısa cümleler, gizli özneler ile dolu ne olduğu bilinmeyen; kendini ifadeden yoksun boşlukta sallanan ilişkiler zincirine biz de yalnız kalmamak için bir yenisini daha ekliyoruz. Sonuçta kendimizi de başkalaştırıp, asla tahammül etmeyeceğimiz şeylere, aslında asla dediğimiz çoğu şeye susup, kendi kimyamızı da bozuyoruz. Oluşan yeni düzenin bir parçası haline geliyoruz.

Aşık olmaya oldukça meyilliyiz ve aşk artık Eros’un okundan, mitleştirilen hikayelerden sıyrıldı, akıllı telefonlarımızın uygulamalarında, ikonların kalpli öpücüklerinden bize göz kırpıyor.

Artık duygularımızın değişimi de zaman kadar hızlandı. Gezdiğimiz, gördüğümüz yerler, yediğimiz yemekler, yaz sezonu ayaklarımız, kış sezonu kayaklarımız bir yana; duygularımızı da an be an paylaşmaya başladık. Kusursuz görünmek için uygulamalara doyamadığımız filtreleri duygularımıza da yansıttık. Çok şükür hiçbirimiz üzgün değiliz; hepimizin mükemmel bir hayatı var. Hepimizin erkek arkadaşı, kız arkadaşı, eşi onun “iyi ki”si.

Hepimiz tüm yaz tatildeyiz, maddi sıkıntımız yok, çok zevkliyiz, en zekiyiz, harikayız!

GERÇEKTEN ÖYLE MİYİZ?

Yoksa henüz medeni ve sosyal bir insan olma evrimini doğru düzgün tamamlayamayan bizler için bu dijital devrim ve açık iletişim çok mu ağır geldi? Çok ağır geldi diye mi zembereğimiz boşalmış gibi mutsuzluk, yalnızlık, sessizlik gibi olağan insani hallerimizi kamufle etmek için nereye gitsek, ne yapsak, kimi sevsek paylaştıkça paylaşıyoruz?

Hatırlıyorum, çok değil bundan 10 – 15 sene önce Messenger uygulamasında takma isim kullanan hayatımın aşkı zannettiğim çocuğa dinlediğim müzikle mesaj vermeye çalışırdım. Ben Tarkan’dan “Kuzu Kuzu” gelsem, O Çelik’ten “Güle Güle Yavrum” derdi. Şaka bir yana kitap okuduğumuz, kelimeler yerine ikonları kullanmadığımız, sinirlendiğimizde insanları sosyal medya hesaplarımızdan çıkartıp, engelleyip sanki yaşadıklarımızdan “delete” tuşuna bastığımız anda kurtulmuşuz gibi kendi kendimizi kandırmadığımız günlerdi. Nasılsak öyleydik.

SONRA NE OLDU?

Önce konuşmayı bıraktık, sonra cümle kurmayı. Görsellerle herkes anladığı kadar kendini anlatmaya başladı. McLuhan’ın küresel köy haline geldi dediği dünya teknoloji ile küçülürken; içinde kendimizi daha da yalnız hissettiğimiz, eksiklerimizi daha çok fark ettiğimiz, online olmadığımızda sanki hayati bir organımız işlevini yitirmiş gibi huzursuz olduğumuz dipsiz bir boşluğa dönüştü.

Olmayacak olaylara inanıp, olmayacak insanları oldurmaya başladık. Temelinde sevilme ihtiyacımız vardı. Ben söylemiyorum Abraham Maslow söylüyor. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde en altta yer alan fiziksel ihtiyaçlarımızı yani hayatta kalmamızı sağlayacak somut ihtiyaçlarımızı karşılayıp, güvenliğimizi de sağladıktan sonra üçüncü basamakta ait olma ve sevime ihtiyacımız var. Herkesin bencilleşerek kendine döndüğü bu günlerde gerçek sevgiyi bulmak bir o kadar da zor. Yani kariyerimizde pozisyon atlayabiliriz, sınıf atlayabiliriz; ama kendimizi gerçekleştirmek için Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde basamak atlayamıyoruz.

SANALIN BÜYÜLÜ ŞİZOFRENİ DÜNYASI

Kız arkadaşlarınızla buluşuyorsunuz, masada bulunduğunuz bir saatin yarım saati hangi ışıkta nasıl fotoğraf çekmeli ve altına ne yazmalıyım, beni sanki biriyle dışarda sansın üzerine konuşarak ve doğru ışığı yakalamaya çalışırken garsonu da bu konuya alet ederek geçiyor. Kalan yarım saatini ise acaba fotoğrafımı gördü mü ve bana bir mesaj yazacak mı? sorusu işgal ediyor. Çünkü sevme, sevilme ve güven duyma ihtiyacı kapıyı daha sert çalmaya başladı. Çünkü herkesin mükemmel hayatı her dakika gözümüze gözümüze sokulurken; artık yalnızlık bir defo olarak anons ediliyor ve yalnızlığa tahammülümüz yok. Kendimize yarattığımız yeni sanal gerçeklikte başkalarının bizi algılamasını istediğimiz benliğimizi yaratıp, kendi gerçekliğimizi köhne, rutubetli merdiven altı bir depoya saklıyoruz. Benlik demişken insanların üç tür benlik imajı algısı var. Birincisi ben kendimi nasıl algılıyorum, ikincisi insanlar beni nasıl algılıyor ve sonuncusu insanların beni nasıl algılamasını istiyorum. Akıllı telefonunun uygulaması içinde yaşayan büyük bir kitle, bu üçüncü algıya göre yanılsamaların hüküm sürdüğü dünyalarında gerçeklerden uzaklaşıyorlar.

AYRILMAK ARTIK TEK TUŞLA

Sevmek, ilişki kurmak, hoşlandığın kişiye ulaşmak kolaylaşırken, ayrılmak bir “delete” tuşuna, “engelle” seçeneğine kaldı. Eskiden sinemaya gitmek, kitap hediye etmek, çiçek vermek ile belli edilen hoşlanma hali, sosyal ağlar denizinde “dürtme”ye dönüştü. Dahası herkes herkesten hoşlanabilir hale geldi, aynı şekilde ayrılabilir hale de tabii ki. Evlenip ayrılmak eskiden şaşırtırken şimdi uzun süre evli kalanlar ya da ilişki yaşayanlara şaşırılır oldu.

Tüm bu karmaşa içinde, ilişkilerin var olup olmadığının bile bir muamma olduğu günlerde, Whatsapp’tan engelleyip, üç gün mesaj atmayarak sessizce ilişkiden sıvışmaya çalışan türler ortaya çıktı. Bu tür, vahşi yaşam belgesellerinde kendini bulmuş olacak ki, insani duygularını kaybederken, sosyal ağ paylaşımlarında aldığı “like” ya da sahip olduğu “takipçi sayısı” kendi özgüveninin rakamsal çıktısı haline geldi. Oysa yüz yüze gelip konuşacak kadar bile cesareti olmayan basit bir “Sapiens” uzantısıydı. 

 Sosyal medyada herkesle her an iletişim kurma rahatlığından, kaybetme korkusu da eser miktarda hayatımızda tatlı bir heyecan olarak kaldı. Çünkü herkes Madonna, herkes Bradley Cooper herkes Ryan Gosling oldu.

Peki bu durumu aşmak için ne yapmalıyız? Prof. Dr. Uğur Batı’ya sorduk. (henüz cevap gelmedi)

 Bırakın heteropya tıpta bir terim olarak kalsın; kendi gerçekliğimizi arka plana atmadan, kendimize yeni sendromlar yaratmadan, sosyal medyayı teknolojinin faydalarını ön planda tutarak ölçülü kullanarak kendimiz olmaya devam edelim. Eksikliklerimiz, kusurlarımız, yalnızlığımız ve diğer tüm detaylar bizi biz yapan en önemli özelliklerimiz. Sevilmek için kendimiz olmamız ve gerçek duygularla, gerçekten kalbimiz ve aklımızdakini yaşamamız, mış gibi yapmamamız, yüz yüze net iletişim kurmamız yeterli. Çünkü inanın gerçek mutluluk, gerçek aşk her saniye paylaşılıp, reklam yapmaya ihtiyaç duymaz.

Bile bile lades diyenler, kurbağadan prens yapmanın bir masal olduğuna ikna olmayanlar, sosyal medyanın hayatlarımıza kurduğu hakimiyete boyun eğip, benim de olsun diye ilişkilerden heteropya yaratanlar; unutmayın biz yalnız da güzeliz.  ( spot heteropya ilişki ile ilgili kısa bir bilgi içermeli )

Bir insanın peşinden ne kadar koşulursa hoşlandığınız kişinin peşinden o kadar koştuğunuzu düşünüp, neredeyse her gün mesaj atabilirsiniz. Sadece onunla vakit geçirmek için bambaşka bir ülkeye gidebilirsiniz. Baş ucunda kendisine bırakılmış bir not görüp sesinizi çıkartmayabilirsiniz. Siz onu konsere çağırdığınızda gelmek istemese de, o ne zaman görüşelim dese nereye gideceğinizi bile sormadan “Tamam!” diyebilirsiniz. Ve Elvis Presley’nin “I can’t help falling in love with you” ile başlayan aşk serüveniniz Müzeyyen Senar’dan “Koştum ardından yoruldum” ile noktalanabilir. Kendinize göre her şeyi yapmış olabilirsiniz. Bir şey hariç; adam gibi alıp karşınıza konuşmak.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir