Onun yaptığı reklamlar, aradan geçen çok çok uzun yıllara rağmen hâlâ aklımda. Sohbetimiz sırasında, mesela Dalin dediğinde ben, “Dalin DalinDalin şampuaaan” demiştim kendim bile nasıl hatırladığıma şaşırarak. Sonra o Bonibon deyince de kendimi “çiki çiki çiki Bonibon” derken buldum. Unutmuş olmalıydım, zira geçen süre bir ömür ama hayır, aklımdaydı işte. Ben bile şaşırdım. Oysa günümüzde bazı reklamlar, insanın zeka yaşını gerilik hududundan hesaplamışçasına ne bir mesaj içeriyor ne aklınızda yer ediyor artık. Hak, hak edene verilmeli, ki bu böyle. Evet, Alinur Velidedeoğlu bu sektörde bir kraldır. Sohbetimiz sırasında en çok tarihten konuştuk. Osmanlı dahil, yapılmış çoğu eserin Roma mimarisinden yükseldiğinin defalarca altını çizdi. Ve dedi ki, “Sinem, tarihimiz dahil her şey, çok büyük yanlış bilgilerle dolu.”. Çekim için ise mutlaka bir Roma kalıntısının önünde durmak istedi. Bugüne kadar yurt dışında ve içinde almadığı ödül yok gibi. Şu anda ise kurumsal firmalara, reklama ayırdıkları bütçelerin çok büyük bir kısmının nasıl boşa harcandığı hakkında danışmanlıklar veriyor. Bana göre Alinur Velidedeoğlu’nun yapacağı çalışmalar, yine günümüzden çok uzak zamanlara kadar capcanlı, akıllarda kalacak işler olacaktır. Zira insanın yaptıkları, yapacaklarının göstergesidir.
Siz reklam dünyasının duayenisiniz. Bu sizin çocukluk hayaliniz miydi?
Tabii ki değil. Çocukken James Bond olmak istiyordum. Ailemde hukukçu, mühendis, mimar, doktor, ressam, seramikçi ressam gibi o zamanların nispeten klasik meslekleri vardı. Ben de mimarlığı daha cazip buluyordum. Lisede resmim çok iyiydi. Sonraları teyzem, ressam Nurhan Eyüpoğlu, o zamanlardaki Manajans’ta Eli Acıman’ın yanında çalışmaya başladı ve evde her akşam, şirkette olanları anlatıyordu. Bana da reklamcılık daha enteresan geldi. İlk sene üniversiteyi kazanamadım ve İstanbul Reklam Animation bölümüne asistan olarak girdim, böylece reklam yolculuğum başladı. Ayrıca ben kendime duayen demem, çünkü hâlâ her gün yeni bir şeyler öğrenip gelişmeye çalışıyorum.
Hangi eğitimleri aldınız?
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Grafik okudum. On bir senede bitirebildim. 1977’den sonra kendi şirketlerim oldu. 1982’de Güzel Sanatlar Reklam Ajansı ile, daha sonra da Saatchi & Saatchi ile isim kullanma haklarını aldık. Çok çalışıyordum, okula gidemeyip devamsızlıktan kalıyordum. Reklam filmi çekimi var, okulda da imtihan var, e yönetmen benim… Tabii ki hep kalıyordum. Değerli hocam, sevgili Mustafa Aslıer bir gün bana “Herkes bana ‘Yaaa, Alinur sizden mezunmuş!’ diyor, ne diyeceğimi şaşırıyorum. Gel şu mezuniyet projeni ver, diplomanı al.” dedi. Sağ olsun, o sene aldım. 1973’te girdim, 1984’te mezun oldum! O yıllarda Kristal Elma falan yok, TRT’nin en iyi reklam filmi ödülünü, Kent’in Barbi Gofret filmi ile almıştım, hayatımın ilk ulusal ödülü idi.
İş hayatınız boyunca hangi markalarla çalıştınız dersem?
Sekiz on büyük marka hariç, hizmet vermediğim pek bir banka ya da şirket yok. Aslında böylesi daha kolay anlatılıyor.
Sizce reklamların, ürünlerin gerçeğini yansıttığını söyleyebilir miyiz?
Tabii ki hayır… Örneğin; dondurma reklamlarında, boyalı patates püresi kullanırız. Yoksa çekimde erirler ve çekemezsiniz. Buna benzer yüzlerce teknik kullanılıyor. Son yirmi yıldır ağırlıklı olarak, hemen hemen her şey bilgisayar yardımı ile yapılıyor. Yoksa herhalde Türkiye’de uçan adam yahut denizde yürüyen insan yok. Suyun hemen altına camdan iskele yapılıyor. Blue screen’de çekilip post-production’da ipler temizleniyor.
Sizce geçmiş ve günümüz reklam anlayışı arasındaki farklar neler?
Az yaratıcılık, çok frekans. Çünkü yurt dışındaki üç dört büyük iletişim holdingi, dünyada yüzlerce, ülkemizde de birçok reklam ajansını satın alıp bu sisteme zorluyorlar.
Hafızalarımıza yerleşmiş reklam cümleleri vardır. Bunlar aklınıza nasıl geliyor?
Uzak mesafeden her attığını potaya sokabilen bir basketbolcu gibi. %15 ila %20 yaratıcı özellik, gerisi çok çalışmak ve beyni sürekli doldurmakla oluyor. Ne zaman ihtiyacın olsa, saniyeler içinde aklına geliyor.
Sizce Türkiye yurt dışında nasıl tanınıyor? Tanıtılmasına nasıl katkıda bulunmalı? Bu konuda yapılan doğru ve yanlışlar nelerdir?
Şu anda daha çok, siyasi olarak biliniyor. Mesleğim olmadığı için yorum yapamam. 1997’de yine aynı soruyu sordular. Hiçbir telif ödemeden, biri hariç hepsini yaptılar. Şimdi sorarlarsa profesyonel olarak raporlarım. Türkiye’nin tanıtımı için çok önemli bir katkısı olacağından Formula 1’i Türkiye’ye getirmeye karar vemriştik. F1 Derneğini, Ortaköy’deki balkonumda yaptığımız sohbet üzerine Mümtaz Tahincioğlu, Cem Hakko, Uğur Işık ve galiba Kahraman Sadıkoğlu ile beraber kurduk. Mümtaz Tahincioğlu, Formula 1’in sahibi Bernie Ecclestone’u tanıdığı için üç defa İstanbul’a davet etti, bu sayede İTO’nun desteği ile Formula 1’i ülkeye kazandırmaya katkıda bulunduk. Sonrası malum, ilk yarış 2005’te yapıldı ve tüm dünyadan milyonlarca kişi, her sene üç gün boyunca İstanbul ve Türkiye’yi daha iyi tanıdı ve turizm açısından da çok faydalı oldu.
Şu an nelerle meşgulsünüz?
Reklamcılığın dışında en büyük hayalim, Hollywood’da film yapmaktı. İlk olarak 1997’de Black and White, sonuncu olarak da 2016’da Amerikalı ve Türk ortaklarımla birlikte Ermeni soykırımı iddialarının gerçek yönlerini anlatan Osmanlı Subayı (The Ottoman Lieutenant) filmlerini yaptım. Hollywood’da yaşayıp orada film yapanların dışında bunu yapan başka Türk yok. Tabii yüzde yüz emin değilim. Ayrıca şu anda, kurumsal firmalara, %75’ini boşa harcadıkları reklam bütçelerini daha efektif kullanabilmeleri konusunda danışmanlık veriyorum.
En büyük hayaliniz nedir?
Kırk dokuz yılda, dört yüz yetmiş dokuz tane, senaryosunu, yönetmenliğini, bestesini, sanat yönetmenliğini, animasyonlarını, bilgisayar animasyonları yönetmenliğini ve editing’ini yapıp; yirmi dört tane uluslararası reklam ödülü alıp; biri installation, diğeri non–erotic-porno fotoğraf sergisi açıp; Marmara Üniversitesi’nde iki sene ders verip; tüm talebelerimi London Pinewood Stüdyosu’na bilabedel götürüp, sonra reklam filmi çekimi imtihanı da yaptıktan sonra, “Work Hard Play Hard” felsefesini -30 yılı yurt dışında olmak üzere- sonuna kadar en iyi şekilde yaşadıktan sonra pek bir hayalim kalmadı. Şimdi ise reklamda gördüğüm hataları düzelmeye çalışıyorum.
Sizce reklamcılığın okulları yeterli mi? Bu konuda neler yapılmalı?
Yeterli değil. Önce şunun bilinmesi gerekiyor: Reklamcılık diye bir meslek yok! Reklam şirketi sahipliği ve yöneticiliği (o kişi sinemada, kulüpte holding de yönetebilir), metin yazarlığı (gazetede, dijital medyada yazarlık; roman, şiir ya da siyasi metin yazarlığı), sanat direktörlüğü (ressamlık, illüstratörlük, karikatür ya da animasyon veya tiyatroda sanat danışmanlığı), stratejik planlama (bankada, e-ticaret sitesinde, bilgisayar yazılımı şirketinde, hatta gazoz fabrikasında bu görevi yapılabilir), müşteri temsilciliği (zaten çoğu kurumsal şirketlere geçti, ilaç şirketi ya da bikini üreten bir firmanın satış temsilcisi, telefon şirketlerinde müşteri temsilcisi olabilir)… Dolayısı ile nasıl ki Arçelik’te çalışanlar (mühendis, stratejist, muhasebeci, istatistikçi, avukat, formen, sekreter, IT manager vs.) ben sanayiciyim diyemiyorsa, reklam ajanslarında çalışanlar da reklamcıyız diyemez. Ya da bütün bu dallarda çok iyi olmaları lazım… Araştırın bakalım, tüm bu dallarda tecrübeli olan, hepsini bilen kaç kişi var? İşte onlar reklamcı.
Sizin eğitim verdiğiniz insanlar var mı? Bu konuda bir eğitimci olmayı düşünür müsünüz?
Gerçekten talebelerine olması gereken doğru reklamcılığı öğretmek isteyen üniversite varsa tekrar reklamcı yetiştiririm. Ama hakiki reklamcı. Yoksa,mobilde reklam sitelerindeki reklamlar arasına önemli haber almak reklamcılık değil. Bunlar yakında değişecek.
Bildiğimiz kadarıyla bir kez evlendiniz. Tekrar evlenmeyi düşünmediniz mi hiç?
İki defa evlendim, şimdi yoğurdu üflüyorum.
Hayatınızda hiç pişmanlık duyduğunuz kararlarınız oldu mu?
Hiç pişman olmadım. Sadece tecrübe kazandım. Yani hatalar sağ olsun, her gün bir şeyler öğrenmeye devam.
Film yapmayı istiyor musunuz?
Hollywood’da film yapma konusunda tecrübem var 1997’den beri. Un, şeker, yağ, irmik bir araya gelirse neden olmasın?
Metaverse hakkındaki düşünceleriniz neler?
Metaverse ile ilgili olarak; el ele tutuşmayı, sanal alemde dijital öpüşmeye tercih ederim. Duygularımı “001011001”e yüklemek bana hiçbir şey vermiyor. Dijital sperm ve yumurta icat edilmeden, metaverse şimdilik 1995’ten beri bildiğim otomasyonun başka bir versiyonu. Her ne kadar teknoloji, kontakt lensin içine internet koyup, 3D film seyretme seviyesine gelmiş olsa bile.