Her an mutluluğun peşinden koşuyor, onu daha büyük evler, daha iyi tatiller, daha yüksek maaşlar ve daha havalı giysilerde arıyoruz. Peki, mutlu muyuz? Mutluluğu bambaşka bir yerde keşfetmenin zamanı geldi. Belki de en iyisi onu unutarak hayata devam etmek. Nasıl mı? Hiç de zor değil!
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un 2008 yılında yayımladığı “Masumiyet Müzesi” romanı; “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum” cümlesiyle selamlar okuru. Gerçekten de çoğumuz mutlu olduğumuzun farkında olmadan ya da mutluluğun ne anlama geldiğini bilmeden yaşıyor, sürekli mutluluk peşinde koşarken mutluluğu ıskalıyoruz. Tüm insanların mutluluğu aradığını söyleyen, mutluluğun insan yaşamının ereği olduğunu vurgulayan Yunanlı filozof Aristoteles’ten beri aslında bu arayış ve süreç hiç bitmedi. Ama farklılaşan hayat koşulları, modernleşmenin getirdiği şartlar ve sorunlar, karmaşık ve hızlı yaşam biçimi, teknolojik gelişmeler mutluluğun tarifini değiştirdi. Anın keyfine varamayan, tıpkı daha çok para, daha iyi bir eş, çocuklar için daha iyi bir okul ve daha iyi bir araba gibi daha çok mutluluk arayan ve bu arayışta mutsuzluğa düşen bireylerin doğuşunu tetikledi.
Reçetesi olmayan, parayla satılmayan, yaşadıkça keşfedilen ya da hiç farkına varılmayan, belki bir bardak suyun serinliğinde, belki de bol sıfırlı banka cüzdanında gizli olan mutluluk; filozoflardan sosyologlara, bilim insanlarından ekonomistlere, psikologlardan sade vatandaşa herkesin ilgi alanına giriyor. Hepsi de yüzyıllardır sorulan, farklı yorumlar doğuran, günümüzdeyse daha çok materyalist tariflerle açıklanan soruya cevap aramaya çalışıyor: “Mutluluk nedir?”
MUTLULUĞUN FELSEFESİ
Eskiçağlardan bu yana süregelmiş felsefi ve dini geleneklerin çoğunun mutluluk konusuna değindiğini biliyoruz. Batı felsefesinde “Optimistler” olarak bilinen Spinoza, Montaigne ve Diderot için mutluluk mümkün ve ulaşılabilir bir “tatmin olma hali”ni ifade ederken; Pascal, Freud ya da Schopenhauer mutluluğun imkansız olduğunu düşünür. Arthur Schopenhauer, “Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır. O da mutlu olmak için burada olduğumuzu sanmamızdır” der. Mutluluğu erdemli bir hayatla açıklayan Stoacılar ve Epikürosçuların aksine Kant, erdemin mutluluk getireceğine inanmaz; insanın sadece erişebileceği şeyleri değil, erişemeyeceklerini de arzuladığı için mutluluğun sorunlu olduğunun altını çizer. 18. yüzyılda yaşayan Alman filozof Immanuel Kant, o dönemde maneviyatın insanları tatmin edemeyeceğini görmüş ve düşünceleriyle 21. yüzyılın sürekli koşturan, arzuladığı şeye sahipken bile bambaşka bir şeye erişmenin hırsında olan insanın yaşayacağı mutluluk sıkıntısını öngörmüştür.
Mutsuzluğun daha anlamlı ve zengin içerikli olduğuna inanan, mutluluğu aptallık olarak niteleyen 19. ve 20. yüzyılın romantik yazarlarının aksine bugünlerde bir mutluluk yağmuru yaşıyoruz. Kişisel gelişim kitaplarına sarılıyor, mutlu olmak için yoga yapıyor ya da reiki gönderiyor, estetik cerrahi ve botoksla yüzümü ze mutlu ve genç bir ifade yerleştiriyoruz. Çünkü mutluluğun olumlandığı, mutsuzluğun ötekileştirildiği bu çağda hiç olmadığımız kadar mutsuzuz!