Şeyda Ve Tuğba Coşkun: “Kardeş Olarak Hayatta Da Ortağız”

seyda-ve-tugba-coskun:-“kardes-olarak-hayatta-da-ortagiz”

Grup çalışmalarının yanı sıra mutfaklarında yarattıkları hafif lezzetlerle pek çok kişiye ulaşan Şeyda Coşkun ve Tuğba Coşkun, başarılarının sırrının kadın enerjisinde olduğunu düşünüyor. Siyahla beyaz gibi olan iki kardeş, aynı zamanda sağlıklı yaşam tarzlarıyla birbirlerini tamamlıyor.

Röportaj: Deran Çetinsaraç

Fotoğraf: Murat Sargın

Styling: Ayşe Sönmez

Makyaj: Nigar Kocaağa

Saç: Hasan Yavuz/ Ebil Saç Tasarım

Fotoğraf asistanı: Zehra Sargın

Sağlıklı beslenme, forma girme ve motivasyon denilince ilk akla gelen isimlerden Şeyda ve Tuğba Coşkun, pandemide de dur durak vermeden tartıda rakamları indirmeye devam etti. Hafif bir hayat onların noktası, dolayısıyla zaten üzerlerine tam oturan bu mottoyu başarılı bir şekilde danışanlarına da yansıtıyorlar. Mart sayımız için ilk defa ikili olarak kapağa taşıdığımız Coşkun kardeşlerin hem anlattıkları hem de önerileri belki size de motivosyon kaynağı olur.

Yakın zamanda anti-diyet hareketi başlamış; diyet kelimesine savaş açılmış… Sizin için ne anlam ifade ediyor?

Şeyda Coşkun: Biz de diyet kelimesinden çok hoşlanmıyoruz.

Tuğba Coşkun: Diyet kelimesinin sende ne uyandırdığıyla alakalı bir durum bence. Şok diyetler yapıp, hızlı kilo verilmesi yerine klasik olacak ama sağlıklı yaşam alışkanlıkları edinmek en doğrusu. Her kişinin ayrı bir beden ritmi var, metabolizması farklı çalışıyor. Bir diyet herkes üzerinde etkili olmaz.

ŞC: Kişinin kendini ve besinleri tanıması da önemli. Kaliteli protein kaynağı yumurta, bazısına yaramayabiliyor. Diyet veya detoks demek yerine kişinin kendini keşfetmesi olarak bakıyoruz.

TC: Belki pek çok kadına hayatını diyet yaparak geçiriyor olma fikri çok itici geliyor. Danışanlarımızdan “Ömrümü diyet yaparak geçirdim” diyenler oluyor. Bu gerçekten yorucu bir şey. İyi hissettiren formül, kişinin hayatında her zaman uygulayabileceği ve devam ettirebileceği olmalı.

Pandemi sürecini siz nasıl geçirdiniz? Grup çalışmalarında zorlandınız mı?

ŞC: Açıkçası pandemi dönemi bizim açımızdan çok verimli geçti. Çünkü önerdiğimiz beslenme sistemimiz danışanlara iyi geldi. Gıdaları takip ederek yemek, sebze ve meyveyi tam oranında tüketmek, paketli, raf ömrü olan gıdalardan uzak durmak sağlık açısından iyi gelen şeyler. Özellikle aşı olduktan sonra temiz beslenmek aşının da vücutta etkin olmasına katkı sağlıyor. Kendi adıma pandemi döneminde o yürüdüğüm günlere şükretmeyi öğrendim. Bir markete veya eczaneye gidebilmek bile lütuf haline gelmişti. Tabii bu süreci bazı arkadaşlarla lehimize çevirdiğimiz bile oldu. Derya Şensoy ile birlikte pandeminin ilk döneminde kilo verme konusunda çok güzel sonuçlar aldık. Neredeyse 20 kilo verip, tartıda hiç inemediği rakamlara düşmüş oldu. Aynı şekilde evde kalmayı da avantaja çevirdiğimiz durumlar oldu. Sosyal hayatın içinde ister istemez karşılaştığınız negatif yüklerden arınmış oldunuz…

TC: Bir an önce bitmesini diliyorum tabii ki ama pandemi öncesi ve sonrası olarak hayatımız değişti. Tüm dünyanın kapanması insanın kendiyle yüzleşip bütünleşmesine yardımcı oldu. Tabiat kendini yeniledi. Sular temizlendi, yeni bitki türleri çıkmaya fırsat buldu. Bizim de pizza, börek yediğimiz zamanlar oldu ama tabii kısa sürdü. Be Light Kitchen tam gönlümüze göre bir mutfak oldu. İstediğimiz her şeyi bu mutfakta yapabiliyoruz.

Danışanların yer aldığı grup buluşmalarını artık zoom üzerinden mi yapıyorsunuz?

ŞC: Zoom’a döndük. İyi oldu bir yandan; şehir dışından katılanlar gelemiyordu grup toplantısına. Şimdi herkes zoom üzerinden bir arada oluyor.

Kilo verirken en çok neye direnç gösteriliyor sizce?

TC: Duygusal açlık.

ŞC: En çok gece yemeleriyle karşılaşıyoruz. Genelleme yapmak doğru olmaz ama bekar olan kadınlarda gece yeme ihtiyacına pek rastlamıyoruz. Eşiyle sorun yaşayanlar gece kaçamaklarını daha fazla yapıyor. Bir de arkadaşları çok sosyal olanlar sorun yaşayabiliyor. Mesela tam çekim öncesi Tuğba ile birlikte detoksa girdik. Sevgililer Günü’nde bir kutlama vardı, gidip de orada yemeyeceğim için gitmedim. Tuğba ise gitti ama orada ızgara levreğini yedi ve hafif geçirebildi.

Özellikle sosyal ortamlarda birilerinin bizi yargılamasından mı çekiniyoruz acaba?

TC: En çok kendimizi yargılarız aslında. İnsan kendini yargılarsa başkalarının yargısına açık olur… En sevdiğimiz dizi de “Yargı” bu arada. Orada çok iyi farklı bakış açılarını gösteriyorlar.

ŞC: İnsanın başına bir anda neler gelebileceğini anlıyorsun. Kadın olmak çok zor bir şey bu arada. Özellikle internet yüzünden en ulaşılmaz, en tepede denilebilecek kadınlarla kendini yarışa sokuyorsun. Oysa ki sosyal medya gerçek değil… Kandırılmış durumuna düşen kadın kendini iç dünyasında mutsuz ve güvensiz hissediyor. İnsanın kendini, kendi bedenini sevmesi o kadar büyük erdem ki… İnsan kendini severse herkese güzel görünür.

TC: Sosyal medyada yaratılan bir kadın profili var; aşırı ince belli, büyük kalçalı ve iri göğüslü. Bu tamamen sanal; yaratılmış bir kadın silueti. Her kadının, kendisinin en iyisi olması gerektiğine inanıyoruz. Kadın, kadın için giyiniyor.

ŞC: Kesinlikle. Erkekler o kadar doğallıktan yana ki, hiçbir erkek koca dudaklar veya abartı kıyafetler istemiyor. En azından bizim çevremizdeki erkekler öyle…

TC: Tek bir kalıbın tornasından çıkmışçasına aynı kadın profilindense, kendi normunda ve doğallığında tipleri tercih ediyorlar. Güzel bir 65 kilo, gereksiz bir 55 kilodan kat be kat iyi olabilir. Sen, sana en iyi yakışanı bulmalısın…

Her şey kendini tanımayla başlıyor aslında değil mi? Hem ruhsal hem de fiziksel olarak…

ŞC: Vücudunu tanımak çok önemli. Vücudunu iyi bakarsan, o da sana iyi bakar. Dolayısıyla diyetten ziyade asıl sporu ilk sıraya koymak gerekiyor. Çıkıp temiz havada bir saat yürümek, çocuğunla birlikte kayak yapabilmek, onunla zıplayıp atalayabilmek. Kim çocuğuyla çıkıp açık havada egzersiz yapıyor? Ben evde bile oğlumla plank yarışı yapıyorum. Sporu mutlaka hayatınıza dahil etmelisiniz, sonra arf ömrü olan gıdaları azaltmalı ve sana neyin iyi gelip gelmediğini bilmelisin. Ben fındık yiyince kaşınıyorum, avokado tükettiğimde dudaklarımın kenarı şişiyor. Süt ve yoğurt bana kesinlikle iyi gelmiyor.

Onu soracaktım ben de; en tartışmalı konulardan inek sütü hakkında ne düşünüyorsun? Arat’a süt içiriyor musun?

ŞC: İnek sütü, inek yavrusu içindir. Bana iyi gelmiyor. Ayrıca çocuklarda alerjik astıma neden olabileceği söyleniyor. Arat’a hiç vermedim, hala da vermiyorum. Kefirini içiyor, yoğurdunu yiyor. Hamileliğimde de hiç takviye almamıştım. Düzenli tahlillerimi yaptırırım, vücudumda eksik olan bir şey varsa ona göre doktorumun önerdiğini alırım. Arat geçen gün okulda öğretmenine “Ben süt içmiyorum, bence siz de içmeyin. Bunun yerine green juice içebiliriz” demiş.

Ali Sadi’nin beslenmesi nasıl?

TC: Bizimki gibi değil. Bol protein ağırlıklı besleniyor. Tenis oynuyordu, şimdi futbola gidiyor. Spora çok inandığımız için oğlum da bedensel hareketi yüksek bir çocuk.

Kardeş olmanın ötesinde bir de iş ortağısınız; dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

ŞC: Hem siyahla-beyaz gibiyiz, hem de birbirimizi tamamlarız. Birimiz düştüğünde diğerimiz toparlar. Uzun yıllardır bu işte kavrulduğum için daha enerjik ve konuşkan olan benim.

TC: Kardeş olarak hayatta ortağız. Bu işi kuran ve yaratan olan ablam olduğu için güneş Şeyda, ben ay’ım. Onun ışığını yansıtıyorum. Şeyda hep “Bana yakın olabilecek en yakın kişi sen olabilirsin” der. İlk başlarda daha yumuşaktım, danışanlar için “Aman onu yese de bir şeycik olmaz” şeklinde yamlaşıyordum. Zamanla işin içine girdikçe Şeyda’dan bile daha sert oldum.

Okul yıllarında yine böyle miydiniz?

ŞC: Farklıydık yine. Ben o zamanlar da beslenmeme dikkat ederdim, Tuğba pek umursamazdı. Çok spor yapardım, Tuğba hiç yapmazdı. Tabii aramızdaki yaş farkı üç, aslında büyük bir rakam değil ama bir jenerasyon farkı yaratıyor. Ben lise sondayken o orta sondaydı. Yıllar geçtikçe hayat çizelgesinde ortak bir noktaya geliyorsun. Tuğba’yı eskiden daha çocuğum gibi görürdüm, şimdi tam kardeş olduk. Yeri geliyor abla ben oluyorum, yeri geliyor abla olan Tuğba.

TC: Küçükken ben daha naif bir kızdım. Yaşanmışlıklarla beraber ben daha sert oldum, Şeyda da daha yumuşadı. Sanırım aynı kıvama geldik.

Kavga eder miydiniz?

TC: Sen benim kıyafetimi giydin, vay çantamı taktın şeklinde kavgalarımız tabii ki olurdu. Şimdi bir seyahate giderken birbirimizin valizini hazırlayacak kadar benzer tercihler yapıyoruz.

ŞC: Ankaralı olmamız da tabii bizi ayrıca birleştiriyor. İstanbul’a gelmek, ayaklarının üzerinde durmak, iş kurmak. Bugüne kadar her şeyi çalışarak elde ettik, yani arkamızda bize hazırı sunan ailemiz yoktu.

Ne kadar oldu birlikte çalışmaya başlayalı?

ŞC: Sekiz sene oldu. Bu arada benimle çalışması için teklifi ben götürdüm ona. Eşimin aklına gelmişti, neden kardeşinle çalışmıyor musun diye. Bizim işimiz yaşam tarzımız. Hala daha bana diyet yapmaktan sıkılmadın mı diyenler var. Bunun benim yaşam tarzım olduğunu anlayamayan zihniyetler var… Onlara buradan seslenmek istiyorum: Arkadaşlar ben diyet yapmıyorum, böyle yaşıyorum.

TC: Hafif hayat bizim ortak noktamız. Sağlık ötesinde hafif olmak duygusu bize çok iyi geliyor.

ŞC: Her anlamda hafiflikten yanayız; bedenen, ruhen… Ben çözüm insanıyımdır; bir problem varsa hemen o problemi çözmek isterim. Danışamının saçından kıyafetine kadar. Bir adanmışlık var, bu iş öyle bir enerjide yapılmalı.

Başka insanların derdini yüklenmek zor olmuyor mu?

TC: Kadınlarla çalışmak zor ama bu dünyayı değiştirebilecek güç de yine kadında. Bunu unutmamak gerek. Kadınlar çok daha cesaretli, değişime daha açıklar. Biz onların kilosunu yükleniyoruz, kader ortaklığı gibi aslında.

ŞC: Bir kadın isterse her şeyi başarır. Ben buna inanarak yola çıktım. Kadınlarla yürüyorum bu yolda. Erkekler de var tabii ama erkeği ikna etmek daha kolaydır. Erkek kırılmaz, incinmez. Kadının sadece içinde sahip olduğu gücü görmesi gerekiyor. Şunu söylüyorum hep; sen özel olmayı hakediyorsun, sen değerlisin. Bana “Şeyda Hanım size çok şey borçluyum, hayatımı değiştirdiniz” diyorlar. Hayır, bunu ben yapmadım, sen yaptın! Yürüyüşe gitmek için arabaya binen sensin, evde tabağını dolduran sensin, karar veren sensin. Kadın bunu hissettiği an başarı de peşinde geliyor.

Yürüyüşler devam ediyor mu ve neler konuşuyorsunuz yürürken?

ŞC: Her şeyi… Gıybet de yapıyoruz, ne giyeceğimizi, ne pişireceğimizi de…

TC: Gain’de “10 bin adım” var, o Şeyda’nın bir danışanının projesi. Şeyda ile yürüyüşlerinden çıktı.

ŞC: Yürümek en çok sevdiğim şeylerden biri. Bana 40 bin adım at diyin ama beni bir ofis toplantısına sokmayın.

Sanatçılarla çalışmak nasıl, zor mu?

ŞC: Her şeyini önceden planlamalısın. Konser için bir yere gittiğinde ne yiyecek, ne içecek bir adım önde olup düşünmeli. Konserden sonra puding gibi bir tatlı verip enerjisini yükseltmeli mesela.

Gülşen için mi?

ŞC: Gülben Ergen için söylemiştim aslında. Gülşen artık bir yerlere geldi, vücudunu çok iyi tanıyor. Gülşen’e artık söylenecek bir şey yok.

Son olarak mart ayında nasıl hafifleyeceğiz?

TC: Öncelikle hareket etmeliler. Kış uykusundan uyanıp, kulağa güzel bir müzik takıp yürüyüşe çıksınlar. Ambalajlı ve katkılı gıdalardan uzak durup, akşam yemelerini bırakırlarsa hafiflerler. Mevsim meyvesi ve sebzesiyle dost olsunlar.

ŞC: Daha önce bahsetmediğim bir yöntemden bahsedeceğim. Önce kiloyu vermek için itinayla vücudu analiz etsinler. Bir gün yumurta günü, bir gün meyve-sebze günü, bir gün protein günü yapılsın. Sonrasında çorbalı yani sıvı ağırlıklı bir gün yapılabilir. Böyle karıştırmadan beslenilip istenilen kiloya ulaşılınca da korumaya geçilsin. Benim için artık koruma değişti. Haftanın iki günü sevilen şeylerin yenilmesi yani cumartesi-pazar belli öğünlerde sevilen yemeklerin yenilmesi. Diyelim sabah kahvaltı yaptınız, öğlen lahmacun veya pizza yediniz. Akşam da ızgara balık gibi hafif bir öğünle devam etmek. Pazar günü kahvaltıyı çok seviyorsanız ballı-kaymaklı, sucuklu simitli bir öğünün peşine yine hafif seçeneklerle öğle ve akşamı tamamlayabilirsiniz. Pazartesi olduğunda yine bir gün meyve-sebze, bir gün protein, bir gün çorbaya geri dönüş yapılsın. Koruma bizce artık böyle yapılmalı. Neden biliyor musunuz? Anladık ki iki peynir, üç zeytinle koruma yapılmıyor. Mart ayı çok önemli, mutlaka başlasınlar. Daha geçe bırakmasınlar. Bir de hala yürümeyen varsa lütfen çıksın adım atsın. Akşam yedi buçuktan sonra mutfağın kapısı kapansın. Buzdolabının üzerine “Uykuya yemek yedirme!” yazılsın.

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir