TEK BİR GECE

tek-bir-gece

Onu gördüğüm an daha önce hiç kimsede hissetmediğim bir şey oldu. Otelin kapısında bekliyorduk. Tarih 4 Kasım 2017 idi. Dünyanın her yerinden gelen ve aynı sektörde çalışan kalabalık bir gruptuk. İş seyahati için hepimiz farklı bir ülkeden uçmuştuk. Onun da bu seyahatte olacağını Instagram hikayelerinden görmüştüm. Daha o zaman midemde bir ağrı oluşmaya başlamıştı. Dugg, çalıştığım sektörün bilinen, takip edilen isimlerinden. Dolayısıyla ona ve işlerine olan hayranlığımı bilen bilirdi. Geçen yıl da aynı yerdeydik, ama benim için onunla sohbet etmek o kadar uzak ihtimaldi ki… Zaten orada bulunan birçok kadın peşindeydi. Bir sonraki yıl 4 Kasım günü otelin kapısında bizi yemeğe götürecek aracı beklerken gördüm ilk kez. Hâlâ çok yakışıklıydı. Sanki teninin içinden bir ışık yayılıyordu. Saniyelik bir göz temasında bulunmamız bile iştahımın kesilmesine, oradaki dört günü sadece muz ve içki ile geçirmeme yetti. 

Daha önce hiç iştahım kesilmemişti. 38 yaşındayım, beş yıldır evliyim. Yoksa ben hiç âşık olmamış mıydım? Bu aşk mıydı? Neden iştahım kesiliyor, neden mideme ağrı giriyordu? Ellerim neden buz gibi terliyordu? O gece yemekte ayrı masalarda otursak bile arada göz göze gelip bakışmalarımız devam ediyordu. Daha sonra otelimize döndük. Ben odama gittim. Makyajımı temizleyip uyumak için yatağa uzandım. Her zaman yaptığım gibi uyumadan önce sosyal medyaya son kez bakınıyordum. Tabii ki ilk Dugg’ın hikayelerine baktım. Hayran olduğum bu İsveçli adamla büyük bir tesadüf  eseri ikinci kez aynı şehirdeydik. Gün içinde onu görmediğim anlarda ne yaptığını acayip merak ediyordum. Instagram’daki bir hikayesinde o gün katıldığımız toplantıyla alakalı bir soru sormuştu. Yanıt yazdım. Beni takip etmiyor. “Teşekkür ederim, ne kadar dikkatlisin” dedi. Telefonumu başucuma koydum, lambayı söndürdüm. Bir dakika sonra telefonumun ışığı yandı. Sekize yakın fotoğrafımı beğenmişti. Sonra bir DM geldi. “Ah bu sensin… Geçen yıl da buradaydın ve üzerinde kırmızı bir palto vardı, çok iyi hatırlıyorum çünkü paltonun arkasında tuttuğum takımın küçük bir amblemi vardı. Bugün seninle yüz yüze geldiğimizde tanıyamadım.” “Ha ha ha bunu hatırlamana inanamıyorum, evet artık kaküllerim var.” “Sanırım ondan tanıyamadım, çok yakışmışlar.” “Teşekkürler, iyi geceler.” Yorganı kafama kadar çektim. Ve tekrar ekranın ışığı yandı. “Aynı otelde kaldığımızdan haberim yoktu, oda numaran kaç?” Telefona bakakaldım. Doğru mu okuyordum? Bu sorunun tek bir amacı vardır ve sadece meraktan sorulmamıştır. Ne yapacaktım? O çok sevdiğim ama artık ilişkimizin tükendiği İstanbul’daki kocamı aldatacak mıydım? Bunu yapmaya, asla yapmam dediğim şeyi yapmaya hazır mıydım? “352” yazdım. Mesaj okundu. Gönder tuşuna bastığım an pişman oldum, bunu yapamazdım. İçimden umarım gelmez diyordum. Ama bir yandan da o kadar çok istiyordum ki… Bu duyguları tatmaya, beğenildiğimi hissetmeye, dokunulmaya ihtiyacım vardı. Ah salak kafam, yanlış oda numarası yazmışım. Adam zekamdan şüphe edecek. O gece hiçbir şey olmadı, sabah kahvaltıda karşılaştığımızda manidar bir şekilde gülümsedi. 

Gündüz yine toplantılarla çok yoğun bir şekilde geçiyordu. Ben yine ağzıma lokma sokamıyordum. Gece her şey bittiğinde en yakın arkadaşımla birlikte otelin barında içki içiyorduk. Birden onu gördüm, kendi arkadaşlarıyla içeri girdi ve gelip yanımıza oturdu. Bir içki sipariş etti. “Sana eşlik edeyim” dedi. O gece orada, sekiz kişi oturuyorduk fakat sanki dünya durmuştu ve sadece ikimiz vardık. Her şeyden konuştuk. Aramızda oturan insanlar rahatsız olup yerlerini değiştirdiler. Gecenin sonunda yan yana otururken, neredeyse koynuna sokulmuş şekilde buldum kendimi. Kokusunu içime çekiyordum bir yandan kahkahalarla gülerken. Bir an geliyor kendime yabancılaşıyordum. Bu ben miydim? Gerçekten bu işi ilerletecek miydim? İnsan hem kendisine yabancılaşıp hem de kendisine bu kadar yakınlaşabilir miydi? Saat artık gece yarısını geçince ve barda çalışanlar kapatmak zorunda olduklarını söyleyince odalarımıza çekildik. Harikaydım. Usluca odama gidip bu işi küçük bir flört şeklinde sonlandırmıştım. Ta ki mesaj gelene kadar… “Benim odamda devam edelim mi? 412”. Pijamalarımı giyinmek için soyunmuştum. Üstüme hemen oversize bir sweatshirt geçirdim, spor ayakkabılarımı giyindim, kapısını çaldım. Kapıyı açtı. Birkaç saniye göz göze bakıştık. Hiçbir konuşma olmadan birbirimizin dudaklarına yapıştık. Hayatımın en güzel ve asla unutmak istemediğim anlarını yaşadım. Her şey bittiğinde yatakta sohbet etmeye başladık. Sektörden, hayattan. Onun kolları arasındaydım, elleriyle omzumu okşuyordu konuşurken. En samimi hikayelerini anlatıyordu. Gece birlikte uyumak istediğini söyledi. Sarıldık ve beş dakika sonra birbirimize sırtımızı dönmeden sabaha kadar o şekilde uyuduk. Sabah ondan önce uyanıp ayakkabılarımı giyip, bağcıklarını bile bağlamadan sessizce ayrıldım oradan. Ertesi akşam şehirdeki son gecemdi. Kongre artık bitiyordu. 

Akşam yemeğinden sonra bu kez ben mesaj attım. “Son bir kez daha?” “Lütfen” dedi. Bunun ona son dokunuşum olduğunu biliyordum. Onu son kez öpüşüm, başımı omzuna son kez yaslayışım. Kokusunu daha çok içime çektim. Odasından çıkarken seyahat boyu duş jelini cebime attım. Sanki onu kendimle birlikte yaşadığım şehre İstanbul’a götürecektim. Vedalaştık. Eve döndüm. Eşime her şeyi anlatmak istedim ama onun yerine boşanmamız gerektiğini, çünkü artık bende bir şeyler tükendiğini söyledim. Bir şans daha istedi, değişeceğine söz verdi. Bugün hâlâ evliyiz. Ve yaşananları bilmiyor. İçimden zaman zaman anlatmak geçse de bunun onu sadece üzeceğine eminim. Peki pişman mıyım tüm bu olanlar için? İşin enteresanı asla değilim. O iki geceye dair her anı, her detayı ömrümün sonuna kadar hatırlamak istiyorum. Zamanla birlikte silinen detaylar hep kalsın, iliklerime işlesin istiyorum. Bazı duygular insana aklına gelmeyecek şeyler yaptırabiliyor. Dugg da aslında bana kendi değerimi hatırlattı. İyi hissetmeye, iyi davranılmaya ihtiyacım olduğunu. Ve aslında bana iyi davranılmamasına izin verdiğimi… Bu seyahatte sadece birkaç kilo değil sadakatimi de kaybetmiştim. Aradan geçen yıllarda bir daha aynı kongre gerçekleştirilmedi, dolayısıyla onu hiç göremedim. İkimiz de ülkemize döndükten sonra ara ara konuştuk fakat bu kadarla sınırlı kaldı. O şimdi, benimle birlikte olduğu zamanda sevgili olduğu kadınla evli. Ben de hâlâ olduğum yerdeyim. Arada onu ve o geceyi düşünüp tebessüm ettiğim oluyor ve odasından aşırdığım duş jelini kokladığım… Aklıma geldiğinde ellerimin hâlâ buz gibi terlemesi normal mi?

Yazlıktan tanıyordum, benden tam 15 yaş büyük ve evliydi, bense 21 yaşındaydım. Bir oyun gibi başlayan bakışmalarımız zamanla vazgeçilmez bir hal almış, gözlerimiz birbiriyle karşılaştığında ayrılmaz olmuştu. Tanışmıyorduk, tanıştırılmamıştık ama gözlerimiz bize birbirimizi tanıştırmış, bizi birbirimizin varlığından haberdar etmişti. Çok hoş ve etkileyici bir adamdı, uzun siyah saçları, kömür gibi gözleri vardı, bakışıyla çarpan, hipnotize eden türden… 

Gençliğin verdiği saflık bana bu işin, bu oyun gibi başlayan heyecanlı bakışmaların nereye gideceğini sorgulatmıyordu belki ama bu böyle gidemezdi elbette… Yazlıkta bir gece karşı karşıya geldiğimizi, ben ne yapacağımı bilemezken onun pat diye bana merhaba dediğini hatırlıyorum. Çünkü bu çok doğaldı, biz tanışıyorduk, daha önce hiç konuşmasak da… O zamanlar sosyal medyanın esamesi okunmadığından Instagram ya da Facebook’tan ismini öğrenme şansım da yoktu ve evet ismini bile bilmediğim ama delicesine çarpıldığım bir adamla flörtleşiyordum. 

Yazlıkta onu görebilmek için çeşitli fırsatlar yaratıyor, sadece birkaç saniyeliğine karşılaşmak için bile onun sokakta olabileceği saatleri kolluyor, kendimce çocukça hesaplar yapıyordum. Sonra bir gün tesadüfen bir yerde karşılaştık, ortalık sakindi çünkü yazın sonuydu, yazlıkçılar şehre taşınmıştı, tarih 31 Ağustos 1997’yi gösteriyordu, Lady Diana’nın ölüm haberi henüz yeni yayılmıştı. O tarihi hem Lady Diana’nın ölüm tarihi olduğu için hem de onunla ilk defa konuşma fırsatı yakaladığım için hiç unutmadım. İsmini o gün öğrendim, telefonunu da… O gün yaşadığım heyecan, bugün 20 küsur yıl sonra bile aklımda. 

Sonra kış geldi, rutin hayatlarımıza döndük. Ve bir gün ceplere sığdıramadığımız o kocaman Siemens cep telefonum çaldı. Arayan oydu, görüşelim diyordu. 

Üniversitede okuduğum yıllardı, aylardan Şubat’tı, sisli ve yağmurlu bir hava vardı. O gün beni Sarıyer’deki evine davet etti. Sınav sonrası henüz kullanmayı yeni öğrendiğim arabama atlayıp Tarabya’ya doğru sürmeye başladım, bilinmeze doğru giderken bambaşka bir cesaret vardı üzerimde. Onu tekrar görebilme ve onunla yalnız kalabilme arzusu, saflığın ve tecrübesizliğin çoktan önüne geçmiş, karşı karşıya olduğum tüm riskleri gözümde sıfırlamıştı. 

Tarabya Oteli’nin parkında buluşacaktık, kocaman bir cipi vardı. Arabasından inip benimkine atladı. Ve evine doğru yol almaya başladık. 

Hayır hikaye beklediğiniz gibi gelişmedi, birlikte olmadık. Çok güzel ve özel anlar paylaştık, sohbet ettik, içki içtik, öpüştük, sarıldık ama sevişmedik. Sanırım kendini riske atmak istemedi, yoksa ben dünden razıydım. 

Geri dönmek için sokağa çıktığımızda dışarıda korkunç bir sis vardı ve göz gözü görmüyordu. Çok korkmuştum, bir an için eve dönemeyeceğimi bile düşündüm. Sanırım duygularımı okumuştu, direksiyon koltuğuna geçti. O sisli ve kapkaranlık gecede, Sarıyer’in ormanlık alanlarından aşağı sahile yol alırken aslında onu bir daha göremeyeceğimi, bu maceranın burada son bulduğunu biliyor, ilk ve sonları aynı anda yaşamış olmanın heyecanını ve üzüntüsünü bir arada hissediyordum. Tarabya Oteli’nin otoparkına vardık, o kendi arabasına atladı, ben arabamda yalnız kaldım, sis dağılmış, gerçekler apaçık ortaya çıkmıştı. Şimdi eve gitme zamanıydı ve hikaye bitmişti. 

Aradan çok uzun yıllar geçti, ben evlendim, bir kızım oldu. 30’larımdaydım. Facebook’un hayatımıza yeni girdiği, eski arkadaşlarımızı buradan bulmanın sevincini yaşadığımız yıllardı. Ve ben de onu tekrar buldum, tatlı bir anıyı hatırlamak, gülerek geçmişe, çocukluğunuza bakmak gibi bir şeydi bu… Bununla yetinmedim, ona mesaj attım ve başladık konuşmaya. 

Bir gece yazlıktaydım, eşim yanımda değildi, annemlerin evinde kızımla kalıyordum. Telefonuma mesaj geldiğinde gece 23.00 sularıydı ve koltukta uyukluyordum. “Marinaya, tekneye gel” diyordu mesaj. Önce kızımı yatırdım, sonra duş alıp üzerime en sevdiğim yeşil elbiseyi giydim, “kızım bu saatte sokağa mı çıkılır” diyen annemin sesini ve daha pek çok şeyi ardımda bırakarak marinaya doğru yürümeye başladım. 

İçimde fırtınalar kopuyordu, yıllar önce tamamlanmamış bir hikayeyi sonlandırmak, zirveye taşımak üzere yola çıkmıştım adeta. Uzun yıllar sonra yepyeni ve daha önce hiç dokunmadığım bir tene dokunacak olmanın heyecanı sarmıştı beni. İskelede beni bekliyordu, elini uzattı, içeri girdim.

Minnacık bir tekneydi, kamarada ayakta duracak yer bile yoktu, küçük bir yatak vardı ve içerisi kapkaranlıktı. Çok fazla konuşmadık, konuşacak çok şey yoktu sadece uzun yıllar bekletilmiş ve doyurulmamış arzular vardı. O küçücük yerde, teknede, denizin üzerinde seviştim onunla; evliliği, eş olmayı, anneliği, yemek yedirip ödev yaptırmayı, sorumlulukları, kim olduğumu ve beni tanımlayan her şeyi yarım saatliğine unutarak sadece dişiliğime ve kadınlığıma odaklanarak, oracıkta seviştim onunla, bilerek ve pişman olmadan. Yıllarca bu anı bekleyen bedenimin sesini dinleyerek, gerçekleri hatırlatan tüm o iç sesleri bir süre duymazdan gelerek… 

Ve sonra her şey bittiğinde, o güzel ve hayatım boyunca hiçbir zaman unutamayacağım an sonlandığında, ikimiz de birbirimize hiç soru sormadan ayrıldık. Konuşmadık çünkü o an büyülüydü, o büyü öylece, orada, teknede kalmalıydı. Tekneden çıktım arkama bakmadan eve, kızıma, anneliğe, gerçek hayatıma, koltukta uyuklayan anneme ve babama, İstanbul’dan mesaj atan ve birazdan arayacağımı söylediğim eşime doğru yürürken mutlu ve huzurluydum. En şiddetli fırtınaları denizde bırakmış huzura yürüyordum. 

Onunla bir daha hiç buluşmadım ama o, en güzel anıların arasında sonsuza dek benimle yaşamaya devam edecek.

Aslında ilk başlarda pek hoşuma gitmiyordu hatta “off gene mi arıyor” diye aklımdan geçiriyordum. Fakat sonra benim meraklı yönüm ağır bastı ve ona profesyonel hayatıyla ilgili sorular sormaya başladım. Hobi olarak fotoğraf çekiyordu ve çektiği fotoğrafları benimle paylaşıyordu, aynı zamanda artık birbirimize özel hayatlarımızdan bahsetmeye başlamıştık. İkimizin de nişanlısı vardı ama sürekli birbirimizle konuşmak istiyorduk.

Sonunda tabii ki sosyal medyada birbirimizi takip etmeye başladık ve ben ilk kez fotoğrafını gördüğümde başımın belada olduğunu ve hayatımın değişeceğini anlamıştım. Nişanlımla bir süre sonra ayrıldık. Çoktan zaman aşımına uğramış bir ilişkiydi. Ona bunu söylediğimde onun da biraz bu ayrılığa katkısı olduğunu anlamıştı.

İşte, o günün sabahı biriyle dertleşirken sadece bir gece istiyorum onunla demiştim fazlası değil. Sanki duymuş gibi saat 18:00 gibi telefonum çaldı, “hadi gel” dedi “bu akşam buluşalım”. Ben tabii ki koşa koşa gittim. Uzun sohbetimiz esnasında aslında onun nişanlısını ne kadar sevdiğini anlamıştım ama nedense obsesif bir şekilde sadece tek bir gece hayalimin peşinden koşuyordum. Aslında mantıklı olan tarafım o sırada düşünebilse sadece adamı öper ve “ben bunu yapamam” deyip oradan ayrılırdı ama yapamadım. Sonunda sohbetimiz otel odasında son buldu ama sanki o tutku kayboldu ve ikimiz de işi ilerletemedik. Ben onun başkasını seviyor olmasını, o ise nişanlısını aldatıyor olma fikrini aklımızdan çıkaramadık. Sonuç olarak yarım yamalak bir şekilde bitti. İşyerindeki sohbetlerimiz kaldığı yerden devam etti ama ben onun artık bana gelmeyeceğini biliyordum. Uzun bir süre kendimi boş bir bavul gibi hissettim. Her kadının yaptığı gibi saçlarımı kestirdim. Yıllar geçmesine rağmen mantıklı tarafım halen daha merak ediyor; acaba adamı sadece öpüp yanından ayrılsam ve bu güzel hikayeyi orada bıraksam daha mı iyi olurdu? Yoksa yine aynı şeyleri mi yapardım?

Aslında Dil programı için İrlanda’ya gideceğimi duyan kuzenim hiç düşünmeden onun numarasını verip gittiğimde görüşebileceğimi söylemişti. Eğitim başlamadan önce bana kalan boş günleri doldurmak için onu aradım. Sonuçta ondan başka tanıdığım kimse yoktu. Gerçi onu da hiç tanımıyordum, hakkında bildiğim tek şey adıydı. Topshop’un köşesinde onu beklerken yüzünü bile daha önce görmediğimi düşündüm. Kırmızı Convers’lerinden tanıyacaktım. Sanki senelerdir tanışan iki yakın arkadaş gibi karşıladık birbirimizi. Beni gördüğünde yüzünde beliren o kocaman ve içten gülümsemeyi üzerinden beş sene geçmesine rağmen çok net hatırlıyorum. Dışarıdan bakıldığında romantik denebilecek aktivitelerle tam bir turistik gezi planlamıştı bizim için. Bu kadar yakından ilgili olmasının altında, aslında kuzenime orta okulda duyduğu aşk olduğunu ve ona çok değer verdiği için benimle özel ilgilendiğini düşünüyordum. Zaman geçirdikçe aramızdaki bağ daha da güçlendi. Ortamda hep yüksek kahkahalar ve bir araya geldiğinde çok eğlenen iki insanın enerjisi vardı. İçimde ona karşı tarifi olmayan bir duygu gelişiyordu. İrlanda’ya giderken geride bıraktığım sevgilim yüzünden mi yoksa onun kuzenime hissettiği platonik aşktan mı tuhaf hissediyordum kendime itiraf edemiyordum. Yoksa sadece gerçekten birbirini çok seven iki arkadaşa mı dönüşmüştük bilemiyorum. Bu soruya verecek bir cevabım hâlâ yok. Eğitimin sonlarına yaklaştığım günlerdi. Onun arkadaş grubuyla büyük bir gece kulübüne gittik. Hani her katında farklı müziklerin çaldığı tarzdan. Sanki sadece ikimizdik. Modumuza göre sürekli katlar arasında gezip deliler gibi dans ediyorduk. Çok yorgun düşünce ve kaldığım evin oraya çok uzak olduğu gerçeğiyle yüzleşince onda kalabileceğimi söyledi. Hiç düşünmeden kabul ettim. Arkadaşça bir teklif olduğuna çok emindim. Ama yatacak tek yer onun yatağıydı ve beraber uyuyacaktık. Bence bunda da bir sıkıntı yoktu. Aslında her şey gayet dostane başlamıştı ama uykuya dalmadan hemen önce, birkaç gün sonra İrlanda’dan ayrılacağımı ve onu çok özleyeceğimi fark ettim. Sonrasında olanlar malum… Sabah, güne aramızda o açıklanamayan çekimi çözmüş bir şekilde uyanarak birbirimize sarıldık ve bir süre yataktan çıkmadan öylece kaldık. Beni metroya bırakmayı teklif etti. Vedalaşmamız büyük bir hüzün içeriyordu. Bir daha böyle özel bir anı yaşayamayacağımızı ikimiz de çok iyi bilerek ve yaşadıklarımızın büyüsünü bozmak istemediğimizden hiç konuşmadık. Beni son kez dudaklarımdan nazikçe öptü ve gözden kayboluncaya kadar gözlerini üzerimden ayırmadı. Döndükten sonra bir süre telefonlaştık, ta ki hayat ikimizi de başka yollara götürene kadar. Aramızda yaşananları ne kuzenime ne de sevgilime anlatabildim. 

ELLE Türkiye Şubat 2021 sayısından alınmıştır. 

Fotoğraflar:  RIBS&DUST

Benzer İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir